MALÂYANİ

       ‘Malâyâni’, din ve dünya için ne konuşan ve ne de dinleyen kişiye faydası olmayan sözü söylemektir. Söylenenler yalan, gıybet ve fuhş ise zaten haramdır. Bunlardan kaçınmak gerekir. Mübah olan (yani yapılmasında dinen sakınca görülmeyen) konularda bile olsa, fazilet yolunda koşan, kemal (olgunluk) ehli olanlar için terk etmek daha uygundur. Zira malâyani, vakit öldürmektir. Vakit öldürmek ise hüsran ve pişmanlığa sebeptir. Mâlâyani ile harcanan süre içinde, Cenâbı Hakkın büyüklüğü ve evrendeki mülkiyeti tefekkür edilse, Hak’tan nice nimetler, insanlara verilirdi. Dilin boş yere yorulmaz, amel yazan kâtipler boş yere zahmet çekmez ve amel defterin abes (boş şeylerle) ile dolmazdı. Bunun yerine zikr, tesbih ve hamd olsaydı, nice büyük sevaplar elde edilirdi. O halde  lüzumsuz faydasız şeylerle zaman geçirmek akıllı işi midir?  

      Nitekim Hadisi şerifte: “Din ve dünyaya faydası olmayan şeyi (malâyaniyi) terk etmek, kişinin müslümanlığının  güzelliğindendir.” buyurulmuştur.     

       Rivayet olunur ki, Ensâr’dan bir genç Uhud gazasında şehit oldu. O açlıktan göğsüne taş bağlamıştı. Annesi onun yüzünden tozları silip “Cennet sana mübarek olsun.” deyince Hz. Muhammet (s.a.v.) “Nereden  bildin? Eğer (sağlığında malâyani söylüyor idiyse?” dedi. Bu da malayaninin  dinimizde ne derece zararlı bir şey olduğunu gösterir. İmam Gazali der ki: “Malayaninin  sınırı şudur: Söylemediğin takdirde hiçbir zarar çekmeyeceğin söz. Örneğin: Bir toplulukla konuşurken, onlara başından geçen bir takım olayları, gördüğün dağları, denizleri,  gördüğün genç ve yaşlı insanları anlatman. Eğer bu sözleri söylemeseydin, dinî ve dünyevi hiçbir zarar görmezdin. Bunları söylerken, her ne kadar bazı kişileri kötülemekten gıybetten gezip gördüğün yer ve olaylardan dolayı şahsında doğacak böbürlenmeden sakınsan da, zamanı öldürmen, dilini zikr ve tesbihten uzak tutman hüsran değil midir?”

        Bütün malayani, haram olan şeyleri sormaktan doğar. Yanındakine “Bugün neredeydin, nereden geliyorsun?”demekle, vakti boşa geçirdiğin gibi, ona zahmet vermiş de olabilirsin. Eğer bir yerden geliyorsa sana söylemesi uygun olmayabilir ve sen sorduğun için söylemek zorunda kalırsa bundan üzüntü de duyabilir. Yalan söylese günah işlemiş olur. Susarsa, cevap vermedi, diye sen huzursuz olursun. Yahut sorduğun şey, bilmediği bir şey ise, bilmiyorum demekten kaçınıp yanlış bir cevap verebilir. İbadetinden sorarsan meselâ “Bu gün oruçlu musun?”desen o da evet dese şayet ucub, riya hastalığı varsa bu günahı işlemiş üstün olan ibadetin gizli derecesini açığa vurarak indirmiş olur.  

       Bütün bu afetlere lüzumsuz sorularınla sen sebep olursun. Eğer gereksiz konuşmayı ve malâyani sözü terk etseydin, bu afetlerden yanındaki arkadaşın kurtulur, sen de endişe veren şeylerden uzak dururdun. Eğer lüzumsuz söz yerine zikir ve tesbih etseydin nice sevaplar bulurdun.

        Malâyani’den kurtulmanın yolu şudur: Düşünmek gerektir ki, insanın en büyük sermayesi olan nefesleriyle, ölmeden önce saadeti kazanmak mümkün iken, kaybetmek ne büyük hüsrandır? Ömrümden sayılıp da faydasız geçip giden geceler acaba hüsrandan değil midir?” 

       Bu ilim yönünden düşünülecek bir ilaçtır. Amel bakımından bunun ilacı uzleti (yalnızlığı) tercih etmek, ağzına taş almak veya sükut etmeye büyük bir gayretle çalışmaktır ki, alışkanlık sonunda susmak bir meleke haline gelebilesin. Fakat insanlarla her zaman bir arada bulunan kişi için lisanını, din ve dünyası için faydası olmayan sözlerden korunması çok zordur. 

        Gereksiz şeyleri çok fazla konuşan kimseye ‘geveze’ denir. Geveze insanlar da çok konuşmaları nedeniyle çevresindeki insanları sıkar ve sevilmezler. Akıllı insan bu duruma da düşmemelidir. Çünkü konuşma sırasında insanlara yararı olacak teknik, bilimsel, din ve ahlâk konularında konuşmak, insanların ibret alacağı tarihi olayları anlatmak daha güzeldir. (Tasvîr-i Ahlâk, A. Rıfat)