KİBİR

       ‘Kibir’, büyüklenmek, ululuk ve büyüklük taslamak, böbürlenmek, kendini ulaşılmaz görmek anlamlarına gelir.

        Kibir, özellik olarak kendini beğenmek hastalığı olan ‘ucb’a yakındır. İnsan yalnızken de ucb hastalığını taşıyabilir. Ama büyüklenmenin gerçekleşmesi için diğer insanlara karşı olması gerekir. Bu durumda kibir başkalarına karşı işlenen bir günah, ‘ucb’ ise kişinin kendisine karşı işlediği günah olarak da tanımlanabilir.

        Yüce Allah kibirliler hakkında şöyle buyurur: “Yeryüzünde haksız olarak böbürlenenleri, benim âyetlerimden o yana çevireceğim.” (A’râf sûresi,  7 /146.)

       “İşte Allah, her zorba kibirlinin kalbini böyle damgalar.” (Mü’min sûresi, 40 /35.)

       “ O, böbürlenenleri sevmez.” (Nahl sûresi,  16 /23.) 

       Ucb’a neden olan haller kibir’e de neden olurlar. Ucb’un en çok bilinen yedi nedeni vardır. Bunlar:

1.     İlim ve marifet (Alimlik)

2.     Amel ve taat (İbadet canlılığı)

3.     Asıl ve neseb (Soy-sop)

4.     İyilik ve güzellik (Güzellik)

5.     Mal ve mülk (Zenginlik)

6.     Beden kuvveti (Kuvvetlilik)

7.     Makam, şöhret, (İnsan yönetimi) gibi şeyler. 

       Halk arasında övünmeye neden olan her hüner ve üstün yetenek ile ‘ucb’ doğabilir. Hattâ bazı sıradan huylarla kötü ve aşağı huyların karşılaştırılmasında bile bu kibir ve övünmeye sebep olabilir. Bazı aşağılık kimseler ve fasıklar, topluluklar arasında “Ben şu kadar içki  içtim, şu kadar zina ettim, şu kadar faydasız lâkırdı ettim.” gibi  sözlerle yani yaptıkları kötülüklerle iftihar ederler.

Böyle davrananlar esas olarak iki büyük günah işlemektedirler. Bunun birincisi işledikleri kötülükleri ifşa etmek suretiyle toplumda bu tür kötülüklerin yapılabildiğini söyleyerek bir kısım insanlara da cesaret vermekte ve onları da teşvik etmektedirler. İkincisi de bunu bir üstünlük ve gurur sebebi gibi göstererek onunla kibirlenmektedirler.

       Kibir şeytanî bir anlayış ve özelliktir. Çünkü Allah (c.c.)’a karşı ilk defa kibirlenen şeytan oldu. (Bakara sûresi, 2/34.)

       Büyüklenmek, insanları aşağı ve basit görüp kendisinde bir takım üstünlükler görerek, aklın gerekli kıldığı ve Allah’ın yasalarının kabul ettiği hakları çiğnemektir. Örneğin: Mütekebbir (kibirli) devlet yöneticisi ve zalim bir bakan, fakir bir (ilim adamını) yanından geçerken, ona tam bir kibir ve gururla bakıp, onu aşağı görüp, kendinin değerini yüksek tutarsa, her mümine dinin istediği vacip olan ve aklın gereği uygun olan Hakkın selamını ağzıyla söylemeye lüzum görmeyip, göz- kaş işaretiyle yetinerek, ondan kendisine iki büklüm eğilerek, saygı duymasını isterse bu hal çok çirkin bir kibirdir. Bu tür kibirler, insanlara daha çok cehalet sebebiyle gelir.  

       Büyüklük, yalnızca Allah (c.c.)’a aittir. O’nun hakkıdır. Bu konuda Hak Teâlâ ile çekişmek ve büyüklükte O’nunla ortaklık iddia etmek büyük bir sapıklıktır. Bu durum, insan huylarının en çirkini, rezîletlerin en aşağısıdır. Sahibinin de yakın zamanda Hakk’ın gazap ve intikâmına sebep olur, mutlak kahredici olan Yaratıcı’nın şiddetle tutmasıyla esir olur. Hakkı olmadığı halde emaneten sahip göründüğü şeref izzeti  hakiki zillete çevrilir. Bilginler derler ki: Her günah  ve isyanın cezasını Hak Teâlâ gizler, ya da Ahiret yurduna tehir edebilir. Yalnız kibir ve gurur sahibinin dünyada iken acil olarak, ceza görmesi muhakkaktır. Ve ibret alıcı gözlere ibret olması mukadderdir.”

Kibir Hastalığının Türleri

       Birincisi: Allah’a karşı açıkça gösterilen kibirdir ki bu, kibrin en aşırısı ve en çirkinidir. Bunun kaynağı cehâlet ve azgınlıktır. Buna örnek olarak Nemrûd, Fir’avun ve benzeri zorbaların kibri verilebilir. Kendilerini tanrı yerine koyan bu insanlar, Allah’a kul olmaya tenezzül etmemiş ve kendilerine uyanlara “Ben sizin en yüce Rabbinizim!” (Nâziât sûresi,   /24.) demişlerdir.

        Dünyadaki makam, mevki ve rütbesi ne olursa olsun, hiçbir yaratığın Allah’a kulluktan kaçınmak haddine değildir. “Ne Mesih Allah’a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah’a) yakın melekler. Kim O’na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzurunda toplayacaktır.” (Nisâ sûresi,   /172.)

         “Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min sûresi,   /60.

        Bu tipik huy, bütün inkârcıların ortak huyudur. 

       İkincisi: Peygamberlere karşı kibirdir. Birçok insan, peygamberleri kendileri gibi bir insan sayarak onlara itaate tenezzül etmemiştir ve etmemektedir. Kur’an-ı Kerim, bunun geçmişteki örneklerini haber vermektedir: “Siz de bizim gibi birer insansınız.” (İbrahim sûresi,   /10.) , “Bizim gibi iki insana inanır mıyız hiç?” (Mü’minûn sûresi,  /47.) 

       Üçüncüsü: İnsanlara karşı kibir’dir. Bu da kendisini başkalarından üstün, başkalarını kendisinden aşağı görüp, kendisinden başkasına itaata tenezzül etmemek, yahut başkasıyla eşitliği kabul etmemektir.      

       Bu, birinci ve ikinci tür kibirden daha hafif olsa da yine de büyük bir suçtur, başkasının hakkını gasp etmektir. Çünkü ululuk, büyüklenmek, varlığı ve sıfatları kendisinden olanın yani hiçbir konuda başkasına muhtaç olmayanın hakkıdır. Kulun varlığı, kendisinden değil, Allah’tan kendisine emanettir. Görünürde sahip olduğu eşyalar da gerçekte Allah’ındır. O halde ne hakla ve neye güvenerek insan kibirlenir? Varlığı Allah’ındır, bütün güzellikleri Allah’ın geçici olarak kendisine verdiği emanettir. Kendisine ait bir şey yoktur ki kibirlenmeğe hakkı olsun. Bundan dolayı kulun tekebbürü haksızlıktır. Tekebbür, varlığı sıfatları ve eylemleri tamamen kendi zatından olan gerçek Büyük’ün hakkıdır ki, o büyük de yalnız Allah Teâlâ’dır. Onun için tekebbür Allah için Kemal, yaratıklar için eksiklik ve haksızlıktır. Yüce Allah: “Yeryüzünde haksız olarak kibirlenenler” ayetiyle kendisinden başkasının tekebbürünü haksızlık saymıştır. Bu haksızlığı ilk yapan da şeytandır. O, kendi derecesini Hz. Adem’in derecesinden üstün görerek, Allah’ın Adem (a.s.)’e secde etmesi hakkındaki emrini dinlemeyerek “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten, onu balçıktan yarattın.”(A’râf sûresi,     /12.) demiştir. Demek ki kibir, şeytanın Hz. Adem (a.s.)’i hasedinden kaynaklanmıştır. 

       Ancak insanın, Allah’ın kendisine verdiği lutûf ve ni’metlerini görmesi ve bunlarla sevinmesi, kibir değildir. Kibir, insanın nimetler için böbürlenmesi, kendisini başkasından üstün görmesidir. Fakat böbürlenmeden Allah’ın lutûf ve nimetlerini görmek, kulu kibre, başkalarına karşı ululanmaya değil, aksine Allah’a şükre sevk eder. Sabit ibn Kays İbn Şemmas, Allah’ın Elçisi (s.a.v.)’e “Ben güzelliği seven bir insanım, bu benim yaratılışımda var. Ne dersin acaba bu, kibirden mi ileri geliyor?” diye sordu. Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu: Hayır, kibir Hakk’a şımarmak, insanları küçük görmektir.”(Buhâri, İbn Mâce, Müsned.)

       İnsanın kılık kıyafetinin ve eşyalarının güzel olmasını istemesi büyüklenme ve gurur sayılmaz. Nitekim Ashab-ı kiram’dan  bazıları Allah Resûlüne “Biz her birimiz elbiselerimizin güzel olmasını istiyoruz. Büyüklenenler arasında sayılır mıyız?” diye sorunca Peygamber (s.a.v.): “O kibir değil hubb-i cemal (güzellik sevgisi)’dir.” buyurmuşlardır. Demek ki, güzel şeylere  sahip olmayı istemek, güzellik duygusunun gelişmesini sağlayacağından mübah kabul edilmiştir.

Kibir Hastalığından Kurtulmanın Yolu

       Kibir hastalığının tedavisi ucb’un tedavisine yakındır. Çünkü kibrin sebep ve illeti ucbun da sebebidir. Ucb kalkınca kibir de kalkar. Tedavi olarak şöyle bir yol izlenirr: İnsan kendinin acizliğini, zayıflığını, hakir ve miskinliğini Cenab-ı Hakk’ın ise büyüklüğünü, azametini, mutlak Kahhar (kahredici) olduğunu ayırt etmeli ve bunu sürekli düşünmelidir. Şeytanın askerleri olan kibir ve gururu vücut yurdundan kovmalıdır. Bu sürecin sonu, “nefsini bilen Rabbini bilir.” makamıdır. Zîra, nefsini acz, zîllet, fakir ve yok oluş ile düşünüp tarif eden, Rabbini kudret, izzet, baki oluş (ölümü olmayan) ve hiçbir şeye muhtaç olmamakla vasıflandırır.

       Büyüklenme hastalığından kurtulup, tevazu (alçak gönüllülük) faziletini elde etmek için herkesin kendi mertebesince düşünmesi yeter. O da şudur: İnsan düşünmeli ki öncesi, mutlak yokluktur. Yokluktan daha aşağı derecede hiçbir şeyin olmadığı akılca bilinen bir gerçektir. Bundan sonrası da pis bir nutfedir. Pisliğinden habersiz ve bir isimle kişi olarak anılmaya bu sırada layık değildir. Daha sonra  kendisine insan bünyesi ve ruh verilince, yine de zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarına muhtaç durumdadır. Gelişip büyüdükten sonra hayatın içine girince ne yapsa yaşamada ve kazanmada çok az bazı şeylere sahip olması mihnet ve elem çekmesi, hattâ ölümün kucağında feryat etmesi normaldir. Bir arzusuna kavuşsa bile sonucuna kavuşması mümkün değil. Bazı emellerine kavuşsa bile çoğuna kavuşamamaktadır. İnsan, vücudundan necaset çıkarmaya zorunludur. Vücudunda fazlalık olan tüy ve tırnak gibi şeyleri uzadıkça kesip temizlemezse şekilce hayvan gibi olur. İşin  sonunda ömrünün bitiminde ölüm acısına köle ve bin bir zahmetle beslediği vücudundan ayrılmak zorundadır. Dost ve akrabaları onun cenazesinin görüntüsünden ürküntü duyuyor, mezardaki haşereler ise toprağa konmuş çok sevdiği vücudundan yiyor. Bu tablo, işte insanın dünyevi durumudur.

       Bir de insanın uhrevi âhirete işikin) durumu vardır ki, bu İslâm itikat (inanç) sisteminde beyan edilmiştir. Dünyada sağlam itikad ve salih amel işleyerek Ahirette hesabı, kitabı, şiddet ve azabı düşünen kişiler, elbette bu korkudan bu nevi kederden uzaktadırlar. Ömürleri boyunca bir kere bile aklın ve Allah’ın yasalarının yasak gördüğü şımartıcı sevinçleri, aldatıcı  ve aşağılatıcı neşeleri kalplerine almayanlar, kişiliklerini tanıyıp yaratan önünde titreyenler nasıl olur da çevresindekileri incitip üzerler? Ucb, gurur ve kibirin çirkin görüntüsünü kalbinin derinliklerine bir ok gibi sokup da kendilerini nasıl sonu gelmeyen acılara terk ederler? “Ki onlar kendilerine bir bela geldiği zaman, ‘Biz (dünyada)Allah’ın (teslim olmuş kulları)yız ve biz (ahirette de) ancak ona dönücüleriz.’ diyenlerdir.” (Bakara sûresi, 2/156.)  

       Kibirlenen insan, yalnızca kendi kendisini aldatır. Çünkü kendisine ait olmayan bir şeyi kendisinin zanneder. Kralın tacını giyen kimse, kralın gazabına uğramaz mı? Rabbinin giysisi olan kibri giyen de O’nun gazabına hedef olur. Bundan kesinlikle kaçınmalı ve Allah’ın azabına, intikamına maruz kalmaktan korunmalı, bunun için alçak gönüllü olmalıdır ki gerek Allah (c.c.) tarafından ve gerekse insanlar tarafından sevilsin. 

       Allah (c.c.) buyurdu: Yeryüzünde bulunan her şey yok olacaktır. Yalnızca Celâl ve İkrâm sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) kalıcıdır.” (Rahmân sûresi, 55/26-27.)

“O’nun yüzünden başka her şey yok olucudur.” (Kasas sûresi,  28/88.) 

       Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu: “Kalbinde zerre kadar iman bulunan kimse Cehenneme girmez. Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse de Cennete giremez.” (Ebu Davud, Libas, 4/59.)