SABRI TAVSİYE

      ‘Sabır’, sözlükte tutmak, el çekmek anlamlarına gelir. Asıl bu anlam için konulan sabır, terim olarak, etkileyici, üzücü bir olay karşısında kendini tutmak, dayanmak, kontrol etmek ve kızgın davranışlara girmemek; dili şikâyetten ve vücut organlarını yanlış hareketlerden korumak, anlamında kullanılmaktadır.

       Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık doksan yerde anılmış olan sabır, bütün İslâm    bilginlerinin ittifakıyla farz olup imanın yarısıdır. Çünkü imanın yarısı sabır diğer yarısı da şükürdür. 

       Kur’an’da: “Sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin.”(Bakara sûresi, 2/45.) “Ey İnananlar, sabır ve namazla (Allah’tan) yardım dileyin. Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara sûresi, 2/153.)  âyetleriyle sabrı emreden Allah, “Ey inananlar sabredin, direnin, savaşa hazırlıklı ve uyanık bulunun.”(Âl-i İmrân sûresi, 3/200.) “Sabredenleri, doğru olanları, huzurun-da gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için mallarını harcayanları ve seherlerde bağışlanmasını isteyenleri (Allah görmektedir).”(Âl-i İmrân sûresi,  3/117.) âyetleri ve benzerleriyle sabredenleri övmekte; “Allah sabredenleri sever”(Âl-i İmrân sûresi, 3/146.) “Allah  sabredenlerle beraberdir.”(Bakara sûresi, 2/153, 259.) ve benzeri ayetlerle sabredenleri sevdiğini, onlarla beraber olduğunu bildirmekte; “Sabrederseniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır.”(Nahl sûresi, 16/126.) “Sabretmeniz ise sizin için da iyidir.”(Nisâ sûresi, 4/25.) âyetleriyle sabrın, hayırlı sonuçlar vereceğini, “O halde sen de bizim azim sahibi elçilerin sabrettikleri gibi sabret, o nankörler için acele etme.”(Ahkaf sûresi, 46/35.) “Fakat kim sabreder, affederse şüphesiz bu, çok önemli işlerdendir.”(Şurâ sûresi, 42/43.) âyetleriyle sabrın, büyük irade sahibi peygamberlerin yaptığı büyük bir iş olduğunu açıklamakta, “Biz sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.”(Nahl sûresi, 16/96.) “Sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir.”(Zümer sûresi, 39/10.) gibi âyetlerle sabredenlerin en güzel biçimde ödül alacağı; “Sabredenleri müjdele.”(Bakara sûresi, 2/155.) âyetiyle başına gelen olaylara sabredenleri müjdelemesini elçisine emretmekte; “Evet sabreder, korunursanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder.”(Âl-i İmrân sûresi, 3/125.) âyetiyle sabredenlere zafer garantisi vermekte; “Melekler de her kapıdan yanlarına girerler, sabretmenize karşılık selâm size (derler)”(Ra’d sûresi, 13/24.) âyetiyle sabredenlerin, âhirette de büyük derecelere  ulaşacaklarını duyurmaktadır.

        Fazileti hakkında çok hadis bulunan sabrın imanla alakası, başın bedenle alakası gibidir. Nasıl başı olmayanın bedeni olmazsa sabrı olmayanın da imanı olmaz. Hz. Ömer (r.a.) “Sabır ile güzel geçime ve refaha kavuştuk” demiştir. Sabrın nûr olduğunu bildiren Peygamber (s.a.v.): “Mü’minin işi ilginçtir. Her işi hayırdır. Bu yalnız mü’mine verilmiştir. Sevindirici  bir işle karşılaşsa sabreder şükreder, o iş kendisi hakkında hayırlı olur. Üzücü bir işle karşılaşsa sabreder, kendisi için hayırlı olur.(Müslim.)”  “Hiç bir kimseye sabırdan daha hayırlı bir mükafat verilmemiştir.”(Müslim.) diyen Allah’ın elçisi, kendisinden dua talep eden sar’alı zenci bir kadına: “Dilersen sabreder cennete girersin; dilersen dua edeyim, Allah seni bu dertten kurtarsın” demiş, kadın : “Ben bayılıp düştüğüm zaman açılıyorum, Allah’a dua et, vücudum açılmasın, demiş ve Allah’ın elçisi kadına dua etmiştir.(Müsned.)

       Sabredilen  şey bakımından sabır üç  çeşittir : Allah’a ibadetlere sabır, günah işlememeye sabır, Allah’ın sınavı olan üzücü olaylara  sabır. İlk ikisi kulun kendi iradesi ile yapacağı  işlerle ilgili  sabırdır. Üçüncüsü ise kendi iradesi ve eylemi dışındaki olaylara sabırdır.

       A) Kul, ibadetler için sabra  muhtaçtır. Çünkü, Gazâli’nin  dediği gibi nefis kulluktan hoşlanmaz, liderlik ve Rab’lık ister. Bundan dolayı ariflerden biri Firavun’un: “Ben sizin en yüce tanrınızım.”(Nazi’ât sûresi, 79/32.) sözüyle açığa vurduğu tanrılık davası, her nefiste gizli olarak vardır. Bundan dolayı kulluk nefse güç gelir.

     Kimi insanlar ibadetten, tembellik  yüzünden hoşlanmaz. Namaz ibadeti gibi. Malî ibadetlerden de cimrilik yüzünden hoşlanmaz, zekât gibi. Kiminden de her iki sebepten de dolayı hoşlanmaz: Hac ve cihad gibi. Demek ki ibadetler için sabır, zorluklara ve güçlüklere karşı sabırdır.

      B) Aynı şekilde kul, günahlardan uzak durmak için de sabra muhtaçtır. Nefse en güç gelen sabır da insanın alıştığı ve devam ettiği günahlardan vazgeçmeye sabırdır. Çünkü alışkanlık arzu ile birleşirse günah etkeni güçlenir. Eğer günah işlenmesi kolay bir iş ise, buna sabır daha da zor olur. Dili gıybetten, yalandan, riya’dan, üstü kapalı veya açık biçimde kendini övmekten ve benzeri kolay günahlardan korumak için sabır böyledir.  

    C) Allah’ın sınavlarına karşı sabır da iki çeşittir :

     Birincisi, insanlardan  gelen ve savması insanın elinde olmayan eziyetler, belalardır: Halkın kendisinin aleyhinde konuşmaları, kendisine iftira etmeleri, hakkını gasbetmeleri ve benzeri şeylerdir. Sahabilerden biri (r.a.) “Kişi eziyete sabretmedikçe (yani iman yolunda işkenceye katlanmadıkça) o adamın imanını iman saymazdık.” demiştir. Çünkü bu, peygamberlerin sabrıdır. Yüce Allah (c.c.) onların şöyle dediklerini nakletmiştir : “Biz, sizin bize yaptığınız işkenceye sabredeceğiz. Mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.”(İbrahim sûresi, 14/12.)

      Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabının, müşriklerin söz ve eylemli işkencelerine sabırları sonucu, dünyada hak sözü tevhid yerleşmiş, İslâm gönülleri fethetmiş, ahirette ise altlarından ırmaklar akan nimet cennetlerinde ebedi hayata ermişlerdir. Yüce Allah (c.c.) onların halini ve özelliğini şöyle anlatmıştır:  “Ve onlar, Rablerinin  yüzünü (rızasını) arzu ederek (nefsin gücüne giden şeylere) sabrederler; namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan  gizli olarak (hayır yoluna) harcarlar. İşte bu (dünya) yurdu (nun güzel) sonucu onlarındır.”(Ra’d sûresi, 13/22, 23.)

     İkincisi, başından savması kulun elinde olmayan felâket ve musibetlerdir:  Müslümanın bir yakının ölmesi, malının telef olması, yangın, kaza, hastalık, sakatlık ve benzeri sınavlardır. Bunlara karşı sabır, sabrın en yüce makamıdır. İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir.  

      Kur’an’da sabır, üç çeşittir: Allah’ın farzlarını yerine getirmeğe sabırdır ki bunun üçyüz altmış derece sevabı vardır. Musibetlerin ilk şokuna karşı sabırdır ki bunun dokuz yüz derece sevabı vardır. Çünkü Allah’ın belasına sabır, başka şeylere sabırdan daha zordur. Buna ancak peygamberler dayanabilirler. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.): “Ya Rabbi, Senden bana dünya musibetlerini küçültüp kolaylaştıracak bir yakîn istiyorum!” diye dua etmiştir. (Tirmizi.)

      Bela ve musibetler, ya kulu olgunlaştırmak, ya da işlediği günahlarından temizlemek içindir. Yüce Allah: “Başınıza gelen bir musibet, ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah çoğundan da geçer.”(Şûrâ sûresi, 42/30.) buyurur. Peygamber Efendimiz: “Mü’min kula isabet eden hiçbir hastalık, keder, ya da daha küçük bir olay yoktur ki Allah, o musibet ile o kulun günahlarından bir kısmını silmesin.”(Buhari, Müslim, Tirmizi.) buyurdu. Yine Peygamberimiz: “Allah bir kuluna hayır dilerse, onun günahının cezasını dünyada verir.”(Tirmizi, Müsned.) buyurmuştur. Anlatıldığına göre, “Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır.”(Nisâ sûresi, 4/123.) âyeti indiğinde Hz. Ebûbekir: Bu âyetten sonra insan nasıl sevinebilir? demiş. Peygamber (s.a.v.): “Allah seni bağışlasın ey Ebûbekir, hasta olmuyor musun? İşte bunlar günahlarınızın cezasıdır.”(Müsned.) buyurmuştur. Yine Allah’ı elçisi: “Kim başına gelen musibete Allah’ın buyurduğu gibi ‘İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn’(Bakara sûresi, 2/156.) deyip sonra Allah’ım, bu musibetimden bana sevap ver, bunun ardından bana hayır ver (aldığın nimetin yerine daha hayırlısını ihsan eyle), diye dua ederse Allah öyle yapar.”(Müslim.) 

       Bir kudsî hadiste Cenâb-ı Hak buyurur: “Kulum, kendisini bir bela (hastalık) ile sınadığım zaman sabreder, Beni ziyaretçilerine şikâyet etmezse, etinin yerine daha hayırlı bir et, kanının yerine daha hayırlı bir kan veririm. Onu iyileştirirsem günahından kurtulmuş olarak iyileştiririm, rahmetime (cennetime) sokarım.”(Muvatta.) 

      Hz. Ali (r.a.), çocuğu ölen birisine taziyede bulunurken demiş ki: “Kader üzerinden geçti, sabredersen sevabını alırsın. Eğer sızlanırsan yine kader üzerinden geçmiştir (geriye döndürmek mümkün değildir), üstelik günahkar olursun.”

     Gerçekten sızlanma ve şikâyet, musibeti artırmaktan başka bir sonuç vermez. Allah’ın hükmüne sabretmeyenin musibeti ikiye katlanır. Bir musibetin kendisi, bir de sızlanmada haddi aşarak günaha girmesidir. Sızlanmak, yaka yırtmak, göğsünü ve yüzünü dövmek, aşırı şikâyette bulunmak, tasa göstermek, normal kıyafetini değiştirip yas giysileri giymek ve benzeri şeyler, istek ile yapılan şeylerin sınırında bulunduğu için insanı sabır makamından çıkarır. Bundan dolayı böyle şeylerden kaçınmalı, normal hayat geleneğini sürdürmeli, ölenin, aslında Allah’ın, kendisine verdiği bir emaneti olup, vakti gelince onu geri aldığını düşünerek teselli bulmalıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sabrı:

    Peygamberimiz (s.a.v.), insanların en olgunu ve en hayırlısı olduğundan, sabır sınavı için, Cenâb-ı Hak en çetin musibetleri O’na vermiştir.

      Daha dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş; altı yaşında annesinin, iki sene sonra dedesinin vefatını görmüştü. Peygamberliğini takiben düşmanlarına karşı kendisini koruyan amcası Ebû Talib’in ve en çok desteğini gören hanımı Hz. Hatice (r.a.)’nin vefatına tanık olmuştu. Hz Fatıma’nın dışındaki bütün kendi çocukları, ya küçük yaşta veya gençlik yıllarında vefat etmişlerdi.

     Bütün bu musibetler Peygamberimiz (s.a.v.)’in gözlerini yaşartmış, fakat O’nun ağzından kaderi suçlayıcı biçimde tek bir söz duyulmamış, bir feryat işitilmemiştir. Bu felâketler karşısında asla sarsılmamış, yıkılmamış, yılgınlık duymamış ve sadece sabretmiştir. 

     Peygamberlik geldikten sonra ise, insanları kurtuluşa çağırdığı için kendi kabilesi ve yakın akrabaları tarafından ölümle tehdit edilmiş, işkence yapılmış, hakaret edilmiş ve alaya alınmıştır. Bununla kalmamış, O’nu öldürmek için defalarca planlar kurulmuştur.

     Bu kadar eziyetlere sabreden Peygamberimiz, sonunda doğup büyüdüğü, elli yıl hayatını geçirdiği öz vatanı Mekke’den göç etmek zorunda kalmıştır. Mekke müşrikleri (kâfirler), O’nun hicretine (göç etmesine) de engel olmak için her türlü yola başvurmuşlar; fakat kurdukları bütün tuzaklar sonuçsuz kalmıştır.

       Müşrikler sürekli olarak ordular düzenlemiş ve O’nun üzerine yürümüşlerdir. Yapılan bu savaşlarda, O zaman zaman çok zor anlar yaşadı, hayati tehlikeler atlattı. Medine’yi savunmak için herkesle birlikte hendek kazdı, günlerce aç kaldı. O halde dahi en küçük bir bıkkınlık göstermeden sabır ve metânet gösterdi. Çünkü O biliyordu ki, sabreden, zafere erecektir.

       İnsan geçici veya aralıklarla gelen musibetlere dayanabilir, fakat arka arkaya gelen zincirleme felâketlere sabretmesi oldukça güçtür. İşte Yüce Peygamberimiz (s.a.v.), hayatı boyunca her çeşit musibete uğradığı halde, sabır ve azminden, tevekkül ve şükründen hiçbir şey kaybetmemiştir. Felâketler arttıkça O’nun da dayanma gücü artmıştır.

       Peygamberimizin bu sabrı sonunda, düşmanlar dize gelmiş, yılmışlar ve bir kısmı da düşman oldukları yüce İslâm dinini kabul ederek, sonunda O’nun saflarında yer almışlardır.

       Sabır konusunda, İslâm büyükleri güzel sözler söylemiş ve insanlar için altın kurallar olabilecek tavsiyelerde bulunmuşlardır.

       Sülemî şöyle diyor: “Sabır, belâlardan lezzet almak, günleri tükeninceye dek ölümü (gönlünde) taşımak (kendisini ölmüş gibi görmek)tir. Asıl sabır, belâ oklarına göğüs gererek hedef olmaktır. Sabreden, beladan lezzet aldıkça ve belâ ile korundukça sabır içindedir. Çünkü belânın acılığını tadar, zorluğunu çeker.”

       Hz. Ali (r.a.): “Sabır, tökezlemeyen bir binektir.” demiştir.

       Dakkâk: “Sabredenler, iki dünyanın izzetine ermişlerdir. Zira onlar, Allah’ın beraberliğine kavuşmuşlardır. ‘Allah sabredenlerle beraberdir.’(Bakara sûresi, 2/153.) Allah’ın beraber olduğu kimseler, elbette iki cihanın şerefine ererler.”

       Sabr-ı cemil (güzel sabır),  sızlanmadan belâlara dayanmaktır. Sabra aykırı olan, derdini yaratıklara açmak, sızlanmaktır. Fakat halini Allah’a şikayet etmek, O’na  yakınmak sabra aykırı değildir. Nitekim Hz. Yakup (a.s.) “Ben üzüntü ve tasamı Allah’a şikayet ederim.(Yûsuf sûresi, 12/86.)” demiştir. Hz Eyyûb (a.s.) de Rabbine: “Bu dert bana dokundu, sen merhametlilerin en merhametlisisin!”(Enbiyâ sûresi, 21/83.) diyerek derdini Allah’a arz etmiştir. Eğer derdi Allah’a arz etmek sabra aykırı olsaydı, Allah’ın sevdiği bu  peygamberler, dertlerini Allah’a arz ve şikayet etmezlerdi. Onların hali herkese örnektir. Kul, isyâna, edepsizliğe varmadan niyaz ve tazarru’ ile derdini Allah’a arz edip kurtuluş dilerse bundan sevâb alacağı gibi belâya sabrı da  güç kazanır. (Yeni İslâm İlmihali, S. Ateş.)      

Sabrı Tavsiye Nedir? 

        Mü’min kişi, kendi varlığının bilincine ermiş ve görevlerinin farkına varmış kimsedir. İman ve amel-i salih, insanın hakk yolda yürümesini sağlar. Büyük emaneti yüklenmiş insanlar, kendilerini kutardıktan başka birbirlerine yardımcı olur ve iyilikleri birbirine tavsiye ederler.  

       Birbirlerini seven, sayan, kenetlenmiş ve birbirini destekleyen yeryüzünde hak ve adalet üzere kaim olan İslâm toplumunun en önemli özelliklerinden biri de işte budur. İslâm, kuvvetli, iyilik sever, şuurlu, iyilik ve hakk bekçiliğinde kararlı, dostluğu ve sabrı birbirine tavsiye eden şefkatli, birbirine destek olan bir toplum ister ki, Kur’an bunu ‘Hakkı Tavsiye’ şeklinde ifade etmektedir. 

       “Asra and olsun ki, hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak iman edenlerle salih amel işleyenler, bir de birbirine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bunu dışındadır.” (Asr sûresi, 103/1-3.)

       İşte Asr sûresinin bu âyetleri mü’minlerin birbirine hakkı tavsiye etmesinin bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Çünkü hakka sarılmak zordur. Hakkın önünde pek çok engeller vardır. Nefsin arzuları, menfaatler, toplumun düşünceleri, azgınların zulmü, karanlık düşünceler ve zalimlerin  adaletsizlikleri bunlar arasındadır. Toplumda güzel şeyleri birbirine tavsiye etmek, birbirine hatırlatıp  teşvik etmek gaye ve hedef birliğini sağlar. Oradaki fertleri aynı yöne yönlendirir. Bu da onların birlikte çalışıp güçlenmelerini sağlar. Hakkı bekleyen herkese kendisinden başka da onun bekçilerinin bulunduğunu hissettirerek onlara tavsiye etmeyi ve onları teşvik etmeyi sağlar. Onlarla birlikte olmak kendisini utandırmaz aksine sevindirir. Hakkın kendisi olan bu din ise, bu örnekte olduğu gibi birbirine bağlı, birbirini destekleyen, birbiriyle yardımlaşan ve birbirine tavsiyelerde bulunan bir topluluğun bekçiliği altında ancak gerçekleşebilir.

       Ashab-ı Kiram’dan iki kişi karşılaştığında, biri diğerine Asr sûresini okuyup birbirleriyle selamlaşır ondan sonra ayrılırlardı. Çünkü onlar bu ilâhi prensibi biliyorlardı. Çünkü onlar, iman ve doğruluk üzerinde birleşmişlerdi. Hakkı tavsiyenin ve sabrı tavsiyenin ne olduğunu çok iyi biliyorlardı. Çünkü onların her ikisi de İslâm nizamını korumaya söz vermişler bu esaslara dayalı İslâm toplumunun birer bireyi olduklarını çok iyi kavramışlardı. (Fizılâli’l-Kur’an, S. Kutup.)

       Bizi Hakk’ı tavsiye eden ve sabrı tavsiye eden kullarından eyle! Amin.