FAKR (FAKİRLİK )
Fakr
(fakirlik), muhtaç olduğu şeye sahip olmamak, yani yoksulluk demektir.
İhtiyaç duyulmayan şeyin bulunmaması fakirlik sayılmaz. İhtiyaç
duyulan şey mevcut ve kişi de onu elde edebilecek güçte ise ona fakir
denmez. Böyle olunca, Allah (c.c.)’tan başka bütün varlıkların fakir
olduğu ortaya çıkar. Çünkü her şeyin varlığı, başkasının varlığına
bağlıdır, var olan her şey
varlığını Allah’tan
almıştır. Var olmak için Allah (c.c.)’a muhtaçtır. Ama varlığı
kendinden olan Allah (c.c.), gerçek zengindir.
Fakir kelimesi, Kur’an’nın bir çok yerinde tekil ve çoğul olarak
kullanılmıştır. Bunlardan bazıları aşağıdadır:
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri
yapmayı emreder.” (Bakara
sûresi, 2/268.) “Andolsun ki Allah,
‘Allah fakirdir, biz zenginiz’ diyenlerin sözünü işitti.”(Âl-i
İmrân sûresi, 3/181.) “Fakir uygun
şekilde yesin.”(Nisâ
sûresi, 4/5.) “Ondan yiyin, sıkıntı
içinde bulunan fakire de yedirin.”(Hac
sûresi, 22/28.)
Bu âyetler, Fakr’ın ihtiyaç duyulan malın bulunmaması anlamına
geldiğini kanıtlar. Aşağıdaki âyetlerden de fakirlerin birkaç çeşit
olduğu anlaşılır:
“Ey insanlar,
siz Allah’a fakirler(muhtaçlar)sınız.”(Fâtır
sûresi, 35/15.)
Bu âyet, zengin
veya fakir bütün insanların fakir(Allah’a muhtaç) olduğunu
bildirmektedir.
“Sadakaları
açıktan verirseniz ne güzel!, eğer onları gizleyerek fakirlere
verirseniz, bu sizin için daha iyidir ve sizin günahlarınızdan bir
kısmını kapatır. Allah yaptıklarınızı duyar.”(Bakara
sûresi, 2/271.)
“(O
fey’ malları), şu göçmen fakirlere aittir ki yurtlarından ve
mallarından (sürülüp) çıkarılmışlardır; Allah’ın lütuf ve rızasını
ararlar.”()Haşr
sûresi, 59/8. âyetlerinde anılan fakirler,
genel olarak Müslüman fakirlerdir.
“Sadakalar (zekâtlar) şu fakirlere
mahsustur ki Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde gezip
dolaşamazlar. Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır.
Onları simalarından tanırsın. Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler.”(Bakara
sûresi, 2/273.)
“Sadakalar
(zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere,
onlar üzerinde çalışan (zekat toplayan) memurlara (İslâm’a)
ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah
yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir.”(Tevbe
sûresi, 9/60.)
âyetlerinde anılan fakirler de seçkin müslüman fakirlerdir.
Birinci çeşit
fakirlerin karşısında Allah (c.c.) vardır. Çünkü mutlak zengin O’dur,
O’ndan başka herkes fakirdir.
İkinci çeşit
fakirlerin karşısında zenginler vardır.
Üçüncü çeşit
fakirlerin karşıtı da, Allah yolunda kapatılmayan, engellenmeyen ve
fakirliğini gizlemeyen fakirlerdir.
Fakrın bu
genel anlamını verdikten sonra mutasavvıflar (tasavvufçular) yanındaki
anlamına geçebiliriz: Tasavvufçulara göre fakirlik, basit yoksulluktan
çok daha derin bir anlam taşır. Gerçi mutasavvıflarca fakr, üçüncü bir
tür fukara olan Ashâb-ı Suffe’ye bağlanmak ise de gerçek fakirlik,
Allah’tan başka herhangi bir şeye ihtiyaç duyma halinden uzaklaşmak,
yalnız Allah’a muhtaç olmaktır ki, fakr’ın esası, hatta kulluğun özü
budur. Yahya İbn Muaz: “Fakrın hakikati yalnız Allah ile zengin olmak,
şekli de sebeplerin (yani dünya malının) bulunmamasıdır.”demiştir.
Fakrın bu anlamına kanıt olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi
gösterilir: “Miskin, dolaşıp bir iki lokma
bir iki hurma toplayan kimse değildir. Miskin o dur ki ihtiyacını
giderecek şey bulamaz, insanlardan istemeğe de utanır, durumu da
bilinmez ki kendisine sadaka verilsin.”(Buhâri,
Nesâi, Müsned.)
“İnsanlardan
istemekten utanır”cümlesini: “Allah’tan utandığı için insanlardan
isteyemez” şeklinde açıklayan Kuşeyri, şöyle devam ediyor. Fakr,
evliyânın şiarı, sofilerin hilyesi (süsü), Allah’ın seçkin kulları
müttekilere ve nebiîere uygun gördüğü bir haldir. Fakirler, Allah’ın
tertemiz seçkin kulları, yaratıkları arasında sırrına ehil kıldığı
kimselerdir. Allah, onların yüzü hürmetine yaratıkları bol bol
rızıklandırır.
Sülemi, Hz. Ömer vasıtasıyla Peygamber (s.a.v)’in şöyle dediğini
anlatıyor: “Her şeyin bir anahtarı vardır.
Cennetin anahtarı da sabırlı miskinleri, fakirleri sevmektir. Onlar
kıyamet gününde Allah’ın yanında oturacak kimselerdir.”(Feyzü’l-Kadir.)
Rivayete göre
bir adam, İbrahim İbn Ethem’e on bin dirhem getirmiş, bunu kabul
etmeyen İbrahim: “Sen, on bin dirhem ile benim adımın fakirler
defterinden silinmesini mi istiyorsun? Bunu yapamam!” demiştir.
Cüneyd’e:
“Allah’a iftikarın (fakir olmanın) mı, yoksa Allah ile istiğna (zengin
olma)’nın mı daha mükemmel olduğu” soruldu. Şöyle cevap verdi:
“Allah’a iftikar doğru olursa Allah ile istiğna da doğru olur. Allah
ile doğru istiğna olursa, ğina (zenginlik) tam olur. Onun için hangisi
daha tamdır, iftikar mı, istiğna mı? denemez. Çünkü birbirine bağlı
olan bu iki halden biri ancak diğerinin varlığı ile tamamlanır.” (Kuşeyri
Risâlesi.)
Demek ki
gerçek fakr, kişinin nefsi için değil, Allah için olmasıdır. Bunun
için de bütün nefis arzularını, hırsını, tamahını atmak, içinde Allah
düşüncesinden başka bir şey kalmamak gerekir. Bütün ruhunu Allah
sevgisi kapladığı ve Allah’tan başka hiçbir şeye eğilimi kalmadığı
zaman insan, gerçek fakirlik derecesine ulaşmış olur.
Fakirliğin bu derecesi, servet sahibi olmaya engel değildir. Çünkü
önemli olan, malın yokluğu değil, mal sevgisinin ruha yerleşmemesi;
malın varlığı ile yokluğunun bir olmasıdır. Bu durumda olan kişiye
malın yokluğu zarar vermediği gibi, varlığı da zarar vermez. Allah’ın
elçilerinin ve peygamberlerinin çoğu zengin, hattâ devlet başkanı,
hükümdar oldukları halde fakirliğin zirvesinde bulunmuşlardır. Örneğin
Hz. İbrahim (a.s.) mal ve sürü sahibi; Hz Dâvud (a.s.) ve oğlu, Hz.
Süleyman (a.s.) kral idiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de önce
fakir iken sonra Hz Hatice ile evlenmekle servete kavuşmuş, Medine’ye
hicretten sonra da İslâm Devletinin başkanı olmuştur. Yüce Allah, O’na
verdiği bu nimeti hatırlatmak için:
“Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşkın bulup doğru yola
iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi?”(Duhâ
sûresi, 93/6-8.) buyurmuştur.
Peygamber
(s.a.v.)’in halifeleri Hz Ebubekir ve Hz Ömer (r.a.)’e, dünyanın her
tarafından oluk oluk mal ve para aktığı halde fakirlikten çıkmamışlar;
malı kendi keyif ve hevesleri için değil, Allah rızası için
kullanmışlardır. Onların fakirlikleri servet içinde olmuştur.
Çünkü gerçek
fakirlik, daima Allah’a muhtaç olduğunu, varlığı dahil her şeyinin
gerçekte kendisinin değil, Allah’ın olduğunu bilmektir. Kulun gerçek
sıfatı fakr’dır. Asıl varlığı başkasına bağlı ve dayalı olan, nasıl
zengin olabilir?
Fakr’ın özü,
dünya sevgisini içinden çıkarmak, malı kendisine mal etmemek; herşeyi
laf ile değil, fakat gerçek anlamda Allah’ın; verenin ve alanın Allah
olduğunu bilmek; O’nun lütfundan da kahrından da memnun olmak;
dünyanın gitmesine üzülmemek, gelmesine de sevinmemek; kalbi dünya ile
meşgul edip Allah (c.c.)’ı anmaktan alıkoymamak; Allah’tan başka
hiçbir şeye; ne mala, ne mevkiye, ne dünya adamlarının desteğine ve ne
de bir dünya varlığına ihtiyaç duymamaktır. Böyle insana malın varlığı
zarar vermez. Allah böyle kullarına malını ve ziynetini yasaklamamış,
aksine, âhiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de asıl böyle
kulları için yaratmıştır: “De ki: Allah’ın kulları için
çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki: o, dünya
hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır.”
(A’râf
sûresi, 7/32.)
buyurmuştur.
Mal sahibi
olmakta kemal, kulun gözünde mal ile suyun bir olmasıdır. Kıyı
kenarında, yanıbaşında suyun çok olması sana zarar vermeyeceği gibi
zaruret miktarından aşağı düşmemek kaydıyla az olması da zarar vermez.
Mal da öyledir. Kalbin mal sevgisi ve nefretiyle meşgul değilse malın
çok olmasının zararı yoktur. Böyle kimse müstağnidir, onun Allah’tan
başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Buna fakir denmesi, sözlük anlamı
bakımından değil, başka bir anlamdan dolayıdır. Buradaki fakr, bu
insanın, her işinde Allah’a muhtaç olduğunu, O’ndan başkasına muhtaç
olmadığını bilmesidir.
O halde kul,
malını yoksullara dağıtarak, ya da malı azaldığı, zarar gördüğü zaman
kendisini denesin. Kalbinde mal hasreti görüyorsa, aldandığını
anlasın. Nice insanlar vardır ki, kendisini maldan müstağni zanneder
ama, mal elden çıktığı zaman içindeki mal sevgisi ortaya çıkar ve
yüreğini yakar. (İhya.
)
|