ŞEFAAT

 

‘Şefaat’, bir kimsenin bağışlanmasını istemek; bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını veya ona verilecek zarardan vazgeçmesini rica etmek; yardım etmek; başkası hesabına yalvarmak, rica etmek; öncülük ve rehberlik etmek; birinin işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak demektir.

 

Şefaat eden kimseye ‘Şafi’, şefi’, (başkası lehine taleb eden), şefaat edilene ‘meşfû’ denir.

 

Aşağıdaki ayette şefaat; aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir: “Kim güzel bir şefaatle (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefaatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle kötülük çığırını açmakla) şefaat de bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir.” [1]

 

Şefaat-ı hasene, iman edip Allah (c.c.)’ın ve kullarının haklarına riayet etmek, müminlerin iyiliği için uğraşmak, onları kötülükten ve zararlardan korumaya çalışmaktır. Şefaat-ı seyyie, müminlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmaktır. Hangi hususta olursa olsun, bir insan, menfaat sağlayıp zarara uğramasını engelleme yolunda sırf Allah rızası için şefaatte bulunana dünyada ve ahirette bundan nasip ve ecir vardır. Kötülüğe ve zararlara sebep olanın bu şefaat-ı seyyienin vebal ve günahından nasibi vardır.

 

Ahiretteki şefaate gelince, dünyada işlenen bazı günahların ahirette cezalandırılmasından vazgeçilmesi için talepte bulunmak, aracı olmak ve bunun için dua etmektir. Şu halde şefaat, bir müminin günahlarının bağışlanması için Allah (c.c.)’a dua edip yalvarmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “Her Peygamberin bir duası vardır. Ben ise, inşallah duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat etmek için saklamak istiyorum.” [2] buyurmuştur

 

Ahirette kendilerine şefaat izni verilen her şefi’nin şefaatinin sınırı, Allah (c.c.) katındaki yakınlığı ve derecesi nispetinde olacağı, izin ve imkânın şamil olduğu günahkâr müminler ile mütenasiptir. Şefaat olunacak müminlerin de şefaat edilmeye lâyık olmaları şarttır.

 

Allah (c.c.)’ın kullarından faziletli birisinin diğer bir mümin için hayır isteğine icabet ederek bundan bir zararı gidermesi yahut onun günahlarını affetmesi, insanlara sonsuz nimet ve lütuflarının bir kısmıdır. Müminin, mümin kardeşinin günahlarının affı için duası Allah katında ona şefaati türündendir. Allah katında hayırlı bir kulun bu duası ister dünyada iken sağ olan mümin için olsun, ister ölmüş mümin için olsun yahut ahirette meydana gelsin aynıdır. Dünyada iken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in müminlere duası, onlara bir çeşit şefaatidir. O daha bu dünyada hayatta iken müminlere dua ederek şefaatte bulunmuştur. Nitekim Hz. Aişe’nin (r.a.)’nın naklettiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.), çok defa geceleri yatağından kalkar, mümin ölülere Allah (c.c.)’tan mağfiret istemek için “Bakîu-l- Ğarkad” mezarlığına giderdi.’

 

Yüce Allah’ın kendi yanında mukarreb ve derecesi yüksek bir kulunun diğeri hakkında şefaatini –birine kendi katında itibarı olduğunu göstererek ikram için, ötekine zayıf ve muhtaç olduğundan rahmet olarak- kabul etmesine aklen hiçbir engel yoktur. Allah (c.c.)’ın ahirette, peygamberlerine (a.s.) ve razı olduğu bir takım zatlara şefaat etmeleri için müsaade etmesi, kendisini bileceği adalet ve lütuf kanununa dahil olan hikmetindendir. Uhdesinde kul hakları bulunanlar hariç, günahkâr müminleri Allah Teâlâ’nın, lütuf ve fazlıyla affetmesi caiz olunca, peygamberler, veliler ve iyi kimselerden birinin şefaatine mazhariyetleri halinde bunların Allah’ın mağfiretine nail olmaları da mümkündür.

 

Ahirette şefaatin olacağı Kitap ve sünnetle sabittir:

 

Peygamber, velî, şehit ve bildikleri ile amel eden imanlı âlimler ve kâmil müminler gibi Allah (c.c.)’ın müsaade ettiği, rızasına mazhar olmuş, nezdinde bir değer ve yakınlığa erişmiş kimselere şefaat etme izni verilebilecektir.” [3]

 

“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayy’dır, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?

 

O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir…” [4]

 

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!” [5]

“O gün Rahmân (olan Allah)'ın nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaata güçleri yetmeyecektir.[6]

 

Peygamberler ve diğer şefaatçilerin şefaatleri, Allah’ın razı olacağı ve haklarında şefaat edilmeğe izin verdiği kimseler hakkında olacaktır.” [7]

 

Kâfirler için ise şefaat kapıları tamamen kapatılmıştır.

“Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” [8]

 

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” [9]

 

“(Fakat onlar), Onun tevilinden başka bir şey beklemiyorlar. Tevili geldiği (haber verdiği şeyler ortaya çıktığı) gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler. Simdi bizim şefaatçılarımız var mı ki bize şefaat etsinler veya (dünyaya) geri döndürülmemiz mümkün mü ki, yapmış olduğumuz amellerden başkasını yapalım? Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler (putlar) da kendilerinden kaybolup gitti.[10]

 

Peygamberler (a.s.) bile kâfirlere şefaat edemeyeceklerdir. Kâfirler layık oldukları cezalarını çekeceklerdir. Hz. İbrahim (a.s.)’in ahirette babası ile karşılaştığında onun hiçbir şefaatte bulunmaması, Allah’tan “Kâfirlere ben cenneti haram kıldım. cevabı alması da buna delalet eder. [11]

 

Yalnız Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde, şefaati sebebiyle amcası Ebu Talib’in ateş çukurunun topuğuna kadar gelen yerinde bulunacağını söylemiştir. [12] Bu da sadece Rasûllulah (s.a.v.)’a tanınan bir şefaat hakkı olsa gerektir. Çünkü Ebu Talib, Rasûllulah (s.a.v.)’a pek çok yardım ve iyiliklerde bulunmuştur.

 

                                                       Peygamberlerin Şefaati

 

Ahirette peygamberlerin (a.s.) hepsine, müminlere şefaat etme hakkı tanınmıştır. [13]

 

“Her Peygamber kendi ümmetine şefaat edecektir.”  [14]

 

İnsanlar muhakeme olunmak için mahşerde toplandıklarında, peygamberler, “Allah’ım, selamet ver, Allah’ım, selamet ver” diye dua edeceklerdir”  [15]

 

Peygamberlerin ve Hz. Peygamber’in şefaati  “Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının (şirk koşulmasının) günahını yargılamaz. Ondan başka dileyeceği kimsenin günahını mağfiret eder.[16] ayetinin hükmünce, Allah (c.c.)’ın izniyle müminlere şamil olabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) hadislerinde büyük günah işleyenler de dahil müminlerin şefaatine nail olacaklarını söylemiştir:

Hz. Cabir (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.”  [17]

 

Peygamberler (a.s.) içinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul olunacak peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. [18] 

 

Ahirette Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu ilk şefaati, mahşer halkının muhakemeye başlanılması hakkındaki genel ve büyük şefaattir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in birçok hadis kitaplarında zikredilen bu büyük şefaatinin (Şefaatü’l-uzma) ana hatları şöyledir:

‘Allah (c.c.), insanların hepsini düz geniş bir sahada hüküm ve hesap için toplayacaktır. Orada insanların meşakkat ve gamı dayanılmayacak bir dereceye varacaktır. Bu sırada insanların bir kısmı, diğer bir kısmına, ‘size erişen şu faciayı görmüyor musunuz? Rabbinize size şefaat edecek birisine gidiniz’ derler. Sırasıyla Adem (a.s.), Nuh (a.s.), İbrahim (a.s.), Musa (a.s), ve İsa (a.s) peygamberlere gelirler. Bu peygamberlerden her biri onları diğerine gönderir. Nihayet Hz. İsa, onları Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gönderir. O vakit Hz. Peygamber (s.a.v.) Arş’ın altında secdeye kapanır. Allah (c.c.) da O’na secdesinde yapılacak hamdlerin en güzelini ilham eder. O Allah (c.c.)’a hamd ettiği sırada, “Başını kaldır, işte verilir. Şefaat eyle şefaatin kabul olunur.” cevabını alır. Muhakemeye başlanır. Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şefaatiyle imanlılardan bir miktar cehennemden çıkarılır. Rasûllulah, birkaç defa daha secdeye kapanarak Allah (c.c.)’a hamd eder ve dua eder. En nihayet onun şefaatiyle, Allah (c.c.)’ın izin ve takdiri dâhilinde müminlerden büyük bir çoğunluk cehennemden çıkarılacaktır. İşte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in haiz olduğu bu şefaat ‘Makam-ı Mahmûd’dur.’ [19]

 

Cennette derecelerin artırılması için ilk şefaat edecek peygamber Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde, “Cennette insanların ilk önce şefaatte bulunanı benim.”  [20] buyurmuştur.

 

Dünyadaki şefaat Peygamber Efendimiz tarafından övülmüş ve tavsiye de edilmiştir. Bu konuda mezhepler arasında bir farklılık söz konusu değildir. Lakin Uhrevî şefaat ile ilgili görüş farklılıkları olmuştur. Örneğin Mu’tezile, cennette derecelerin artırılması için yapılacak şefaatten başka şefaatleri kabul etmez.        



[1] En-Nisa sûresi, 4/85.

[2] Buhari, Daavat, I; Tevhid, 31; Müslim.

[3] Müslim, Cenaiz, 35.

[4] Bakara sûresi, 2/255.

[5] Yunus sûresi, 10/3.

[6] Meryem sûresi, 19/87; Tâhâ sûresi, 20/109; Zuhruf sûresi, 43/86.

[7] Enbiya sûresi , 21/27/28; Duhan sûresi, 44/41; Buhari, Cihad, 189; Müslim, İmare, 6.

[8] Bakara sûresi, 2/48.

[9] Nisa sûresi, 4/116.

[10] A’rafsu  7/53;-Mümin sûresi, 40/18; Secde sûresi, 32/4; Zümer sûresi, 39/44; Müddesir sûresi, 74/48; İnfitar sûresi, 82/19.

[11] Buhari, Tefsir, Sûre 26; Bu konuyla ilgili olarak bkz. Buhari, Enbiya,; 8; Tefsir, Sûre 6; Rikak, 45/53; Müslim, Fadail, 9.

[12] Buhari, meğazi, 73; Müslim, İman, 90.

[13] Buhari, Rikak, 45; Tevhid, 33; Müslim, İman, 81; Ebu Davud, Cihad, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 94 vd. 325, V, 43; Tirmizi, II, 66.

[14] Buhari Tefsi sûre, 18.

[15] Buhari, Rikak, 52; Müslim,  İman; 81.

[16] En-Nisa, 4/116

[17] Tirmizî, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet, 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, (4310):  Buhari, Rikak, 51; Ebu Davud, Es-Sünne, 20; Tirmizi, II, 66.

[18] Müslim, Fadâil, 2.

[19] El-isra’, 17/79; Buhari, Tevhid, 24; Müslim, İman 84.

[20] Müslim, İman, 85.