ZİKİR

 

‘Zikir’ sözlükte; anma, hatırlama, bir şeyi zihinde hazır etme, bir şeyi dile getirme, hatırlatma anlamlarına gelir. Bir başka deyişle zikir, kişinin marifet (bilgi) olarak elde ettiği şeyi korumasını sağlayan bir faaliyettir ki bu zihne aittir. Kavram olarak ise Allah (c.c.)’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, dua, ibadet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir. Zikir, aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Bunu dil ile ifade etmeye zikir denilmesinin nedeni, kalpteki zikre (hatırlamaya) işaret etmesindendir.                                                                                                           

Bazılarına göre zikir, insana sevap kazandıran her türlü dinî amelin genel adıdır. Zikir, Allah  (c.c.)’a itaattir. O’na itaat etmeyen kişi, diliyle ne kadar tesbih ederse etsin veya Tevhid kelimesini söylerse söylesin, gerçek zikri yapmamış olur.

 

Zikir ve türevleri, fiil ve isim olarak Kur’an’da çok sık geçen kelimelerden biridir. Kur’an bu kavramı Allah (c.c.)’ın insanlara Hakkı, görevlerini ve hesabı hatırlatması, Kur’an ile hatırlatma, kulların Allah (c.c.)’ı her türlü ibadetle hatırlamaları, uyarı, şeref ve üstünlük gibi anlamlarda kullanmaktadır.

 

Bu kullanılışların bir kısmına işaret ettikten sonra, genel olarak zikir kavramından anlaşılanları kısaca açıklamaya çalışacağız.

 

       Zikir Kavramı ve Türevleri

 

Tekrar hatırlatalım ki zikir; bir şeyin dilde veya kalpte hazır olması, o şeyin söz ile veya kalpte hatırlanmasıdır. Bu hatırlama iki şekilde olabilir:

1.     Unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir şeydir.

 

2.     Akılda unutulan öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş,  dile getirmiş olur.

 

Kur’an, kendisine zikir demektedir ki, O baştanbaşa bir öğüttür, hatırlatmadır, insanlarla ilgili her şeyi açıklayan bir ilâhi bildiridir. O, aynı zamanda sürekli Allah’ı hatırlatan ayetlerden meydana gelmektedir.

ayetinde bu anlamları bulmak mümkündür.

 

“Bu, bizim O’na indirdiğimiz mübarek bir ’Zikir’dir. Şu halde onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?”  [1]

          

"Hiç şüphesiz Zikri (Kur’anı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” [2]

 

Sâd sûresinin ikinci ayetinde geçen zikr’in birkaç anlamda kullanılma ihtimali bulunmaktadır:

“ Sâd, Zikir dolu Kur’an’a andolsun.”  [3]

 

Zikir dolu, zikir sahibi Kur’an; şeref ve şan sahibidir. En yüce şeref ona aittir. Nitekim bir başka ayette buna işaret edilmektedir:

“Gerçekten O Kur’an, hem senin için, hem de halkın için bir zikirdir. (şereftir)”  [4]

 

Buradaki zikir ikinci olarak; anmak, hatırlatmak, din ve hükümleri, va’ad (Allah’ın verdiği söz) ve tehditler, geçmiş ümmetlerin kıssalarından alınacak ders ve ibretler anlamında kullanılmaktadır.

 

Üçüncü olarak, dinde ihtiyaç olan şeyleri hatırlatma, yani şerefli ve değerli yüce dini öğreten, ibret dersi veren Kur’an manasında gelmiş olabilir. (Doğruyu ancak Allah (c.c.) bilir.)

 

Zikir, bir ayette Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir özeliği olarak kullanılmaktadır. Tıpkı Hz. İsa (a.s.)’a ‘Allah (c.c.)’ın Kelimesi’ denilmesi gibi. Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah (c.c.)’ın elçisidir, ama hatırlatan, uyaran ve şerefli yüce bir elçidir.

 

“Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır; öyleyse ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri! Allah’tan korkun-sakının. Doğrusu Allah sizin için bir (zikir) hatırlatan indirmiştir.”  [5] 

 

Bazı müfessirler bu ayetteki zikrin Kur’an olduğunu, bazıları ise kelimenin burada uyarı anlamına geldiğini söylemişlerdir.

 

Kur’an’ın ‘Zikir ehl-i’ (ehlu’z-zikr) dediği insanların kim olduğu konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Bu kavramın geçtiği ayette şöyle buyrulmaktadır:

 

Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”  [6]

 

Bazılarına göre zikir ehl-i, Allah (c.c.)’ın daha önceden gönderdiği kitaplardır. Çünkü onlar da peygamberlerden ve onlarla beraber gelen vahiy’den söz ediyorlar, onları hatırlatıyorlardı. Kimilerine göre, kitap ehli kimselerdir. Çünkü onlar da peygamberleri ve görevlerini biliyorlar. Kimilerine göre de, kendilerine tebliğ edildiği zaman daha önceden iman etmiş müminlerdir. Eğer müşrikler, Kuran’dan ve peygamberin davetinden şüphe diyorlarsa, daha önce bu daveti anlamış ve iman etmiş kimselere sorsunlar. Çünkü onlar zikri anlayan, ne olduğunu bilen kimselerdir. [7]

      

Bir ayette zikrin, unutmadan sonra hatırlama anlamına geldiğini görüyoruz. Daha önce bilinen bir şey unutulduktan sonra, hatırlanıyor ve bu hatırlama dil ile ifade ediliyor.

 

Kalp ve dil zikrin beraber ifade edildiği ayetler de bulunmaktadır. Şu örnekte olduğu gibi:

“Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız(zikrettiğiniz) gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın( zikredin). İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur.”  [8]

 

Aynı kökten gelen ‘mezkûr’ ise, zikredilen, anılan şey demektir.      

         

İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?”  [9]

 

Yani insan, Allah (c.c.)’ın ilminde var iken, bizzat kendisi henüz mevcut değildi, henüz ortalıkta yoktu. Yine aynı kökten gelen zikra, çok zikir, yoğun zikir demektir ki bu, zikir kavramından daha geniş manayı kapsamaktadır.

 

Takvâ sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak (zikra) gerekir”  [10]

 

“Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.(zikradır)”  [11] 

 

Zikir kökünden gelen bir başka kelime de tezkire kelimesidir ki,  hatırlatma, öğüt, hatırlatan şey demektir. Tezkire; belli bir meslek mensuplarının biyografilerinin anlatıldığı kitaplara da denilmektedir. Türkçe’de ‘tezkere’ şeklindeki söyleyiş; rapor, izin belgesi, askerlik görevinin bittiğini gösteren belge anlamında kullanılmaktadır.

 

Kur’an, ‘tezkira’ kelimesini bir hatırlatma, bir uyarma olarak kullanmaktadır.

 

Hayır, O (Kur’an) bir tezkira’dır. (bir hatırlatma, bir öğüttür). Artık dileyen, ondan düşünüp öğüt alsın.”  [12]

 

Kur’an’da zikir kelimesi daha pek çok anlamda kullanılmaktadır. Kur’an Peygamberimiz (s.a.v.)’e, müminlere, ehl-i kitaba, İsrailoğullarına, sahabelere, kendilerine elçi (Peygamber) gönderilmiş topluluklara; hatırlat, hatırlayın, aklınıza getirin, an, anın, şeklinde hitap etmektedir.

 

Bu kullanımlara ait örneklerden birkaçı şöyledir:

“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”

      

Bazı hayvanların, insanın emrine verilmesinin sebebi, insanların Allah (c.c.)’ı nimet veren olarak hatırlamalarıdır. (zikretmeleridir)

 

“Ta ki onların üstüne binerken Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve şöyle diyesiniz.."  [13]

 

Müşrikler boğazladıkları hayvanların üzerine Allah’ın adını anmazlar. (zikretmezler)

 

Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu (tanrılar için ayrılan) hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar da binilmesi yasaklanmış hayvanlardır." Birtakım hayvanlar da vardır ki, (Allah böyle emrediyor diye) O'na iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır."  [14]

 

Hâlbuki müminler avladıkları ve boğazladıkları hayvanların üzerine Allah (c.c.)’ın adını anarlar:

Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: Bütün iyi ve temiz şeyler size helâl kılınmıştır. Allah'ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın (besmele çekin). Allah'tan korkun. Allah'ın hesabı pek çabuktur."  [15] 

 

Rabbimiz (c.c.) Peygamberimiz (s.a.v.)’e, Hz. Meryem’i, İbrahim’i, Musa’yı, İsmail’i, İdris’i (a.s.) anmasını veya onları müminlere hatırlatmasını söylüyor. [16]

 

Kur’an, müminlere de sürekli bir şekilde Allah (c.c.)’ın nimetlerini hatırlamalarını söylüyor. [17] Kur’an, ayrıca bütün insanlara Allah (c.c.)’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlamaları gerektiğini haber veriyor.

 

      Zikrin Müminlere Emredilmesi

 

Rabbimiz (c.c.) müminlere kendisini sürekli olarak zikretmelerini emrediyor. Zikretme emri bazen şükürle, bazen verilen nimetleri hatırlatma ile bazen namazla, bazen diğer ibadetlerle, bazen verilen zaferle birlikte gelmektedir. Kuran’da, zikredenler övülürken, zikirden yüz çevirenler kınanmaktadır.

 

Şu ayet oldukça dikkat çekicidir:

"Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz."  [18]

 

Bu ayetten bir önceki ayette, ilk insanın Cennetten çıkarılışı hatırlatılıp, Allah’ın gönderdiği hidayete uyanların dünya hayatında şaşırmayacakları haber veriliyor. Bu ayette geçen Zikr, insanı hidayete götüren vahiy, vahiyle gelen ilâhi kitaplar ve peygamberlere bildirilen şeyler veya son vahiy olan Kur’an ya da bizzat Allah (c.c.)’ı anmak anlamlarına gelir. Allah (c.c.)’ın zikrinden kim yüz çevirirse onun hakkı dar bir geçimdir, sıkıntılı bir hayattır, mutsuz bir yaşantıdır.

 

Müminler, inandıkları, her an tespih ettikleri ve önünde kulluk yaptıkları Rabb’i hiçbir zaman unutmazlar. O Rabb’e karşı duydukları sevgi ve takva duygusu sürekli onların içindedir. Onlar devamlı bir şekilde Allah (c.c.)’ı zikrederler. Bu zikir (anma) hiçbir zaman unutulan bir şeyin tekrar akla getirilmesi değil, aksine; sürekli kalpte ve benlikte olan Allah (c.c.)’ın varlığını tekrar hatırlamak, O’nun nimet verici olduğunu itiraf etmek, O’nun büyüklüğünü ve yüceliğini dile getirmek ve ibadeti yalnızca O’na yaptığını ortaya koymaktır.

 

Mümin, evrenin her köşesine yerleşmiş olan sayısız âyetleri gördükçe, onlardan haberdar oldukça, Kur’an’daki ayetleri okudukça, Rabbini tekrar hatırlar. Onun kalbi ve organları Allah (c.c.)’ı anmaktan hiç uzak kalmaz. Ancak onu Allah (c.c.)’a götürecek bir sebep gördüğü zaman, imanı artar, Allah (c.c.)’ın ve O’nun uluhiyyetini (ilâhlığını) tekrar aklına getirir. Fakat bu hatırlayış, yalnızca zihinde bir beliriş veya dilde bir söz halinde olmaz. Bu hatırlayış, bu anma (zikir), bedeni kaplar, organlarda amel olarak ortaya çıkar.

 

Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”  [19]   

 

Bir başka ayette ise, Allah (c.c.)’ın adı anıldığı zaman müminlerin secdeye kapandıkları haber veriliyor:

Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.”  [20]  

 

Müminlere Allah (c.c.)’ın ayetleri hatırlatıldığı (zikredildiği) zaman, onların kalpleri bu ayete karşı kör ve sağır olmaz. [21] Hâlbuki inkârcılar, kendilerine ayetler hatırlatıldığı zaman, hatırlatılan şeyden (zikirden) öğüt almazlar, zikri hatırlamak istemezler. Onlar, kelimeleri konuldukları yerden saptırırlar ve kendilerine verilen ‘zikir’den pay almayı unuturlar. [22]

 

Mescitler, hatta kiliseler ve havralar bile içlerinde Allah’ın adı anıldığı için değerlidirler. [23] Mescitlerde Allah (c.c.)’ın adının anılmasını (zikredilmesini) engellemek zulmün ta kendisidir, bunu yapanlar da zalimlerdir. [24]

 

Ne zaman, içerisinde savaştan söz eden (zikreden) bir âyet nazil olsa veya cihat’tan bahseden bir âyet okunsa, kalplerinde maraz olanlar yani münafıklar, ölüm baygınlığı gibi bakmaya başlarlar. [25]

 

Kendilerine Allah (c.c.)’ın âyetleri zikredildiği zaman sırtlarını dönenler zalimlerdir. Onların kalpleri üzerinde Hakk’ı anlamalarına engel bir perde vardır. [26] Kendilerine peygamberlerle ve vahiyle zikredilenleri (hatırlatılan ilâhi hükümleri) unutanlar, varlıklarıyla şımarırken ansızın cezaya uğratıldılar. [27]

 

Kur’an-ı Kerim, müminlerin Allah (c.c.)’ı zikretmelerini emrediyor:

 

Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!"  [28]

          

Sayılı günlerde (eyyam-ı teşrikte telbiye ve tekbir getirerek) Allah'ı anın. [29]

          

"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz.”  [30]

 

Bu ayet-i kerimenin işaretine göre savaş anlarında daima Allah (c.c.)’a dua etmek gerekir. Kulları, Allah (c.c.)’ı anmaktan alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Özellikle sıkıntılı anlarda doğrudan doğruya ona sığınmak gerekir. Müminlerin bir özelliği de Allah’ı zikretmeleridir. Hâlbuki münafıklar her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah (c.c.)’ı aldatmaya çalışırlar. Namaza üşene üşene kalkarlar, Allah’ı az zikrederler. Bazı insanlar kendi heveslerine uyar, kendi arzusundan başka kural tanımaz, Allah (c.c.)’ın ne emrettiği onu ilgilendirmez. Bunlar, Allah’ı zikretmeyi unutan kimselerdir:

Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme.”  [31]

 

İbadet yerlerinde Allah (c.c.)’ı tesbih eden müminleri, ne alış-veriş ne de ticaret Allah (c.c.)’ı zikretmekten, namaz kılmaktan alıkoymaz. Onlar gözlerin ve gönüllerin döneceği günden korkarlar. [32] Allah (c.c.) müminleri şöyle uyarıyor:

Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”  [33]

 

Bu uyarıyı anlayan ve Rabbine hakkıyla kulluk yapma gayretinde olan müminlerin özellikleri şöyledir:

Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”  [34]

 

Zikir ibadetinin faziletine ve önemine dair çok sayıda hadis-i şerif bulunmaktadır. Onlardan birkaç tanesini şöyle sıralayabiliriz:

Allah (c.c.)’ı zikredenle zikretmeyen, diri ve ölü gibidirler."  [35]

      

Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve bana dua ettiği zaman onunlayım. Kim beni kendi nefsinde zikrederse (anarsa), ben de onu kendi nefsimde anarım. Kim beni kalabalıkta zikrederse, ben de onu, ondan daha hayırlı bir kalabalıkta zikrederim... [36]

      

Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekine (huzur, feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere anar...  [37]

        

Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah Teâlâ onları yanında bulunanlara över.”  [38]

 

                 Zikrin Kısımları

 

1) Zikr-i celî veya zikr-i cehrî (açık zikir),

2) Zikr-i hafî veya zikr-i sırrî (gizli zikir),

3) Zikr-i kalbî (gönülden zikir).

        

Allah (c.c.) adını veya kelime-i tevhîd vs. den birini dil ile zikretmek, açık zikirdir. Nefesle yapılan zikir hafi, yani gizli zikirdir. Allah (c.c.)'ı kalben düşünmek suretiyle yapılan zikir, kalbî zikirdir. Zikrin en üstünü, Allah (c.c.)'tan başka her şeyi unutarak sadece Allah (c.c.)'ı düşünmektir ki bunun için sürekli bir çaba ve temrin gerekir. İnsan nefsini ıslâh edip kemale ulaştıran, zikirdir. Çünkü insan Allah (c.c.)'ı hatırladıkça kötü düşünceler onun kalbinde yer bulamaz. Pey­gamberimiz buyurmuşlardır ki;  Şeytân, insan oğlunun kalbi üzerine ağzını ve burnunu koyar, insan Allah (c.c.)'ı zikredince şeytân geri çekilir, Allah (c.c.)'ı unutunca şeytân onun kalbini yutar. [39]

 

Zikrin tasavvufta aldığı derin mânâyı Erzurumlu İbrâhîm Hakkı Haz­retleri, Marifetnâme'sinde şöyle anlatır:

Zikrullah üç dereceye ayrılır; Kelimelerle yapılan dilin zikri. Bunda huzur yoktur. Ama buna devam ede ede zikir kalbe işler. Dil durur, kalp kendiliğinden Allah (c.c.)'ı anar. Nefesiyle gizlice Allah, Allah veya ‘lâilâhe illallah’ diyen kimse, lisânî ve kalbî zikri beraber yapmış olur. Bir an gelir ki zikir, kalpten bütün vücuda yayılır, ruhu sarar. Bu da ruhun zikridir.

 

Zikrullah ile gece gündüz uğraşan kimsenin kalbinden hikmet nurları parlar. Evvelâ şimşek gibi çakar geçer. Sonra yine çakar, fakat daha uzun kalır. Ve nihayet her tarafını kaplayan nurlar, ledünnî ilim sırları basiret gözünü açar. Bu nurlar, zikir nurlarıdır, sâflaşan ruhun akisleridir. Nurlar, camlar içerisinde parlayan inci gibi saftır. Vücut, saflığın son noktasına ulaşmıştır. Artık vücudu bu derece zikir kaplayıp ruh güneşi doğduktan sonra aşk ve muhabbet ateşi, zikreden insanın varlığını tamamen yakarak zikredilenden başka bir şey bırakmaz.

 

İşte fenafillâh (Allah'ta yok olma) denen mertebe budur. Bu şekilde zikreden zâkirin uzuvlarında ve mafsallarında bir çeşit ağrı hasıl olur. Bu ağrı, birazcık yanma ile kalbinde de belirir. Fakat bunlar çok zevkli ağrılardır. Sırrî zikre ulaşan kimsenin, haline güvenerek zikri azaltması tehlikelidir. Zira kalp penceresi tedrîcen (yavaş yavaş) açıldığı gibi tedrîcen de kapanarak büsbütün karanlıkta kalır:

 

' Benim zikrimden yüz çeviren kimseye dar bir geçim vardır ve biz onu, kıyamet gününde kör olarak hasrederiz.' [40]

 

Zikirle basireti açılan kimse, ledünnî bilgilere vakıf olur. Eğer cezbe gelmezse o bilgilerle uğraşır, durur. Ama Allah'ın lütfuyla cezbeye kapılanlar, vahdet denizinin dalgalarından ibaret olan ledünnî bilgileri de bırakarak deryada kaybolup giderler.

 

Zikir, dilden kalbe, oradan sırra geçer, bütün ruhu istilâ eder. Bunun alâmeti zâkir sustuğu zaman zikrullah'ın, iğne ucu gibi zâkirin diline batırıl-masıdır ve yüzünün tamamen dil kesilmesidir. Zikir ruhu sardıktan sonra artık Allah adını dil ile söylemeğe lüzum yoktur. Çünkü onun bütün ruhu, bütün varlığı O'nu anmakla dolmuştur zaten.

 

İrfan yolunda yürüyen kimse, üç konaktan geçer: Fena âlemi, cezbe âlemi, kabza âlemi. Fena âleminde lâilâheillallah kelimesine devam eder. Cezbe âleminde Allah Allah diye zikreder. Kabza âleminde Hû, Hû der. Çünkü lâilâhe illallah kalpleri açıcı, Allah ismi celîli ruhları açıcı, Hû ise sırları açıcıdır. [41]

 

Evliyânın büyüklerinden Nûreddîn Cerrâhî’nin zikirle ilgili olan çok güzel bir şiiri vardır:

 

Dil beytini pâk eden,

Dervişi ankâ eden,

Âlem-i İlâhîye giden,

Mevlâ zikridir, zikri.

 

Zikreden hâlet olan,

Âşinâ-yı rûh olan,

Ukbâda devlet bulan

Mevlâ zikridir, zikri.

 

Terk ehline karışan,

Hem zevkine erişen,

Bahr-i ledünle görüşen,

Mevlâ zikridir, zikri.

 

Erenlerin yolunu,

Sürerler hep demîni,

Dervişlerin mu'îni,

Mevlâ zikridir, zikri.

 

Nûreddîn'i diri kılan,

Tevhîd ile çerâğı yanan,

Bi-hamdillâh tevfik olan,

Mevlâ zikridir, zikri.



[1] Enbiya sûresi, 21 / 50.

[2] Hicr sûresi, 15 / 9.

[3] Sâd sûresi, 38 / 1.

[4] Zuhruf sures, 43 / 44.

[5] Talak sûresi, 65 / 10.

[6] Nahl sûresi, 16 / 43

[7] Seyyid Kutup, Fî Zılali’l-Kur’an.

[8] Bakara sûresi, 2 / 200

[9] İnsan sûresi, 76 / 1

[10] En’am sûresi, 6 / 15

[11] Hûd sûresi, 11 / 114

[12] Abese sûresi, 80 / 11-12

[13]Zuhruf sûresi, 43 / 13

[14] En’am sûresi, 6 / 138

[15] Maide sûresi, 5 / 4

[16] Meryem sûresi, 19 / 41,51,54,56

[17] Bakara sûresi, 2 / 231

[18] Taha sûresi, 20 / 124

[19] Enfal sûresi, 8 / 2

[20] Secde sûresi, 32 / 15

[21] Furkan sûresi, 25 / 73

[22] Maide sûresi, 5 / 3

[23] Hac sûresi, 22 / 40

[24] Bakara sûresi, 2 / 114

[25] Muhammed sûresi, 47 / 20

[26] Kehf sûresi, 18 / 57

[27] En’am sûresi, 6 / 44

[28] Bakara sûresi, 2 / 152

[29] Bakara sûresi, 2 / 203

[30] Enfal sûresi, 8 / 45

[31] Necm sûresi, 53 / 29

[32] Nur sûresi, 24/36.

[33] Münafikun sûresi, 63 / 9.

[34] Al-i İmran sûresi, 3 /191.

[35] Buhari, Daavât 67.

[36] Müslim, Zikir 2.

[37] Müslim, Zikir 25.

[38] Müslim, Zikir 39.

[39] Ebu Ya'lâ, Müsned; Beyhakî, Şu'abu'1-îmân; Faydu'l-Kadîr: 2/354

[40] Taha sûresi, 45 / 124.

[41] Erzurumlu İbrâhîm Hakkı, Marifetnâme