ZARAFET

Zarafet, kibar, zeki ve anlayışlı olmak demektir. Zarafet, özellikle söz ve davranışların yumuşaklık ve dengeli oluşunda, hiddet ve şiddetin yok oluşunda doğal duygu, düzenlilik, çabuk kavrama ve anlayış ile olur. Zarafetin zıttı kabalıktır. Zarafet sahibi kimseye zarif denir.

İncelik, kibarlık, ince zekâ eseri hoş söz ve işler ile vasıflanma huyudur zarafet. Karşıtı, kabalık denilen bir haldir. Bu, ruhlar üzerine fena tesir yaptığından kötüdür. Yaratılışta olan zarafetler, ölçüyü taşırmamak şartıyla iyidir. Fakat her işte ve her sözde zarafet göstermeye çalışmak, vakar ve ciddiyete aykırıdır, hafiflikten ibarettir. Onun için bu hususta aşırı davranmamalıdır.

İslâm ahlâkında gerek insanlara ve gerekse hayvanlara karşı muâmelede en mühim prensiplerden biri rıfk'dır. Resûlullah (s.a.v)’ın Kur'ân-ı Kerîm'de yer verilen mümtaz ahlaklarından biridir. [1] Bu mevzuda çok sayıda rivâyet mevcuttur. İslâm ulemâsının da rıfkın ehemmiyetini ifâde eden açıklamaları, rıfkla ilgili menkîbeleri vardır.

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Rıfk bir şeye girdimi onu mutlaka tezyîn eder, bir şeyden de çıkarıldı mı onu mutlaka çirkin kılar."  [2]

Hz. Âişe (r.a.) bir başka rivâyette şunu söyler: Kendisinde dikbaşlılık olan bir deveye bindim. (Hıınlık etmeye başlayınca ilerigeri sürmeye başladım. Bunun üzerine Resûlullah(s.a.v.): "Rıfkla, tatlılıkla davran!”  [3] diye müdâhale etti.

Cerîr (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise hayrın tamamından mahrumdur."  [4]

Ebû Mûsa (r.a.) anlatıyor: "Resûlullah (s.a.v) herhangi bir işi için bir adam gönderse şu tembihte bulunurdu: "Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın." [5]

Zariflerin toplulukları değerli ışıklarla ve nazikâne sözlerle süslüdür. O topluluklara girenler kısa zamanda o ışıktan, edep ve olgunluktan pay alır ve onlar gibi olmaya başlarlar. Sözde zariflik fazla eğitim gerektirmez. Yalnız içtenlik, parlak fikir ve iyi idare yeter. Zariflik sahte olmadığı zaman ve hayır istemenin geçerli bir sureti, terbiyenin de şahit ve izlerinden biri olur. Yapmacık ve gösterişli olmayan zariflik, büyükleri saymayı, küçükleri sevmeyi, bağışlamayı, arkadaşlar için iyilik isteğini kişiye ilham eder, insaf ve merhameti aşılar. İnsana yakışan, kalbimizi samimi olmaya çevirip itidalde tutmak ve gerçekten zarif olmaktır.      

Hâlid İbnu Ma'dân rivayet ediyor: "Resûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Allah (c.c) refikdir, (zarafet, yumuşaklık, kolaylık, musamaha sahibi). Bu sebeple rıfkı sever, rıfk sebebiyle razı olur, rıfk (sahibin)'e mahsus bir yardımı vardır ki, şiddet sahipleri bu yardımı göremez. Öyleyse bu, dili olmayan hayvanlara bindiğiniz zaman bunlara konaklama yerlerinde mola verin. Eğer geçtiğiniz arazi çoraksa, oradan hayvanın iliğini kurutmadan çıkın. Gece yürüyüşünü tercih edin. Zîra geceleyin arz, gündüzleyin dürülmeyecek şekilde dürülür.

Yol üzerine (geceleyin) konaklamaktan kaçının. Çünkü o, hayvanların yolu, yılanların sığınağıdır.” [6]

Rıfk, sözde ve fiilde kolaylık, zarafet, yumuşaklık, tatlılık gibi mânalara gelir. Allah (c.c)'ın refik yani rıfk sahibi olması, kullarına karşı kolaylık göstermesi, zorluk göstermemesi, güç yetirecekleri emirler vermesi, müsamaha ve afla muamele etmesi… demektir. Bazı âlimler Allah (c.c)'a "Refîk" ismini izafe etmeyi câiz görmemiştir. “Çünkü Allah (c.c)'ın isimleri tevatürle sabittir. Bu isim mütevatir haberle gelmediğine göre, Allah (c.c)'a isim olarak kullanılamaz. Hadiste bu, arkadan gelecek hükmü genişletmek maksadıyla Allah (c.c)'ın bir vasfı olarak beyan edilmiştir."

Allah (c.c)'ın rıfkı sevmesi, insanların birbirine müşfik ve anlayışlı davranmalarından Allah (c.c)'ın hoşlanması demektir. Rıfk sebebiyle râzı olması, rıfk sahiplerine sevap vermesi; rıfk sahibine yardım etmesi, rıfk ile muamele etmek isteyene maksadını kolaylaştırması demektir. Müslim'in rivayetinde: "... Rıfk için verdiğini, şiddet (unf) için, başka bir şey için vermez" [7] şeklinde gelmiştir.  

Müslümanlığı benimsediğinden beri Türk milleti dünyada da farklı tanınmaya başlamıştır. Bu tanınmaya bir örnek olarak, İtalyan müelliflerinden Edmonda de Amicis'in Constantinople" ismiyle Fransızcaya tercüme edilen eserinin 420. sahifesinde şu itirafa tesadüf edilir.

"Filhakika görünüşe göre İstanbul Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar cemaatidir. İstanbul'un en ıssız sokaklarında bile bir yabancı için hiç bir hakarete uğramak tehlikesi yoktur; hatta namaz vakitlerinde bile camileri gezmek kabildir. Ve o vaziyette bir ecnebi bizim kiliseleri ziyaret eden bir Türk'ten daha çok hürmet ve riayet göreceğinden emin olabilir. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun, fazla mütecessis bir nazara bile, hiç bir zaman tesadüf edilemez. Kahkaha sesleri gayet nadirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı hiç yoktur. Kapılardan, pencerelerden, dükkânlardan hiç bir kadın sesi aksetmez. Hiçbir fuhuş tezahüründen, hiçbir münasebetsiz hareketten eser görülmez. Çarşının kudsiyeti de camiden aşağı değildir. El ve kol hareketleriyle lakırdı bakımından büyük bir imsake tesadüf edilir. Halk arasında şarkıdan, kahkahadan, bağırıp çağırmadan eser yoktur. Sokakları tıkayarak herkesi rahatsız eden toplantılar görülmez.”

 



[1] Âl-i İmrân Sûresi, 3/156.

[2] Müslim, Birr 78;  Ebû Dâvud, Cihâd 1, Edeb, 11.

[3] Müslim, Birr, 79.

[4] Müslim, Birr, 75.

[5] Ebû Dâvud, Edep, 20;  Müslim, Cihâd,  6.

[6] Muvatta, İsti'zân 38,

[7] Muvatta, İsti'zân, 38.