VAZİFE (Görev)

‘Vazife’, bir kimsenin yapmakla mükellef olduğu iş, ödev, ahlâk veya iş gereği yapılması gereken fiil, görev yapılması, bir kimseye ısmarlanan iş, memurluk, bir kimsenin gördüğü hizmet, dinî yükümlülük, günlük yiyecek ve iş ücreti gibi anlamlara gelir.    

Vazife kelimesi Arapça’dır ve “vezafe” fiilinden türemiş bir isimdir. Çoğulu ‘vuzûf’ ve ‘vezaif’ olarak kullanılır. Görevli kişiye de ‘muvazzaf’ denir.

Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere göre vazifenin belli başlı özellikleri vardır.

1.   Vazife ‘iyi’dir. Dinimiz iyi olan davranışları emretmekte, kötü olan davranışları yasaklamaktadır. Şu halde vazife ile iyi(hayır) özdeştir.

2.   Vazife ‘zorunlu’dur. Farz mahiyetindeki vazifelerin yerine getirilmesi mecburidir; kişiyi sorumluluk altına sokar ve yapılmaması cezayı gerektirir. İslam dini, insanın vazifelerini bir imtihan sayar: “Allah, ölümü ve hayatı, hanginizin daha iyi işler yapacağını denemek için yarattı” [1]

Şu halde insan hayatı boyunca “daha güzel işler” yapmak zorundadır. Bu onun vazifesidir.

3.   Vazife ‘mutlak’tır. Herhangi bir karşılık gözetilmeden, sırf Allah buyruğu ve iyi olduğu için yapılması gerekmektedir. “Onlar (Allahın sevgili kulları), Allah sevgisinden dolayı yoksulu, yetimi ve esiri doyururlar. (Ve derler ki:) Biz sizi sırf Allah rızası için doyururuz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekleriz.” [2]

4.   Vazife ‘genel’dir. İslam dininde, ehliyet şartını taşıyan hiçbir kimse vazife sorumluluk ve yükümlülüğünden istisna edilmemiştir.

5.  Vazife ‘sürekli’dir. “Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği vakit, inanmış erkek ve kadına, işlerini kendi isteğine göre yapmak yoktur. Her kim Allah ve Resulüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”  [3]

Vazife, birinin üzerimizdeki hakkını ödemek olarak kabul edilebilir.

Buna göre, insan olarak çeşitli vazifelerimiz vardır. Bu vazifeler çeşitli ayet ve hadislerde dile getirilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bir hadisinde, bu vazifeler özet halinde şöyle haber verilmiştir:      

“Muhakkak ki, Allah’ın senin üzerinde hakkı vardır; nefsinin senin üzerinde hakkı vardır ve ehlinin (aile bireylerinin) senin üzerinde hakkı vardır. Herkesin hakkını ona öde!” [4]

Bu hadise göre vazifelerimizi üç kısım halinde şöyle sıralamamız mümkündür: Allah’a, kendi nefsimize ve ehlimize yani aile bireylerine ve insanlara karşı olan vazifelerimiz. Ehlimize karşı olan vazifelerimizi de birkaç kısma ayırmamız mümkündür: Anne-babamıza, çocuklarımıza, eşimize, akrabalarınıza, komşularınıza, emrinizde çalışan işçilerimize, iş yerlerinde çalıştığımız iş sahiplerimize ve genel olarak tüm insanlara karşı olan vazifelerimiz.

Bütün bu vazifeler hakkında çeşitli ayet ve hadisler vardır. Zaten insanı diğer varlıklardan ayıran özellik de budur. Yüce Allah (c.c.) bu vazifeleri insanlara yüklemiş, diğer varlıklara yüklememiştir. Bu vazifelerini gerektiği gibi yerine getiren insanlar, İslâm dini açısından, meleklerden daha üstün bir makama yükselmiş olurlar. 

İnsan olarak meleklerden daha üstün olan bir makama yükselmemize sebep olan bu vazifelerimizin başında, Allah’a karşı olan dini vazifelerimiz gelmektedir. Bu vazifelerimiz de, gerektiği gibi Allah’a inanmak, inan etmek ve emir ve yasaklarına uymaktır. Bu konudaki ayetin meali şöyledir:

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk (ibadet) etsinler, (vazifelerini yerine getirsinler) diye yarattım  [5]

Bu ayette söz konusu olan Allah (c.c.)’a karşı ibadet vazifeleri hakkında, âlimlerin farklı görüşleri vardır. Bazı âlimler bunu Allah’a inanmak, O’nun varlığına ve birliğine iman etmek diye yorumlamışlar. Diğer âlimler de, bunun Allah’a ibadet ve itaat olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu ayette, İslâmî vazifelerin tümü kast edilmektedir. [6]  

Muaz b. Cebel’den rivâyet edildiğine göre Hz. Muhammed (s.a.v.) ona şöyle buyurdu:

- Ey Muaz, Allah’ın kulları üzerindeki hakkı  (yani kulların Allah’a karşı olan vazifeleri) nedir, bilir misin? Diye sormuş. O da:

- Bunu Allah ile Allah’ın Peygamberi çok daha iyi bilir, diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle devam etmiştir.

- Allah’ın kulları üzerinde sabit olan hakkı, (yani kulların Allah’a karşı olan vazifeleri) kulların Allah’a itaat ve kulluk etmeleri ve O’na hiçbir şeyi şerik (ortak) kılmamalarıdır. [7]    

Allah (c.c.)’a karşı olan vazifelerimiz hakkında, daha birçok ayet, hadis ve ilmî açıklamalar bulunmaktadır.

Kendimize karşı olan vazifelerimiz, kendimizi maddî ve manevî yönden her türlü zararlı olan şeylerden korumamızdır.

Anne-babaya karşı olan vazifelerimiz, Allah’a karşı olan vazifelerimizden hemen sonra gelmektedir. Bu husus, Yüce Allah (c.c.) tarafından Kur’an’da şöyle haber verilmiştir.

“Rabb’in, yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık dönemine ulaşır (ihtiyarlık zamanlarında senin yanında kalırlar)sa, sakın onlara “öf” deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. Onlara acımadan dolayı onlara alçakgönüllülük kanadını indir. (Onlara karşı alçak gönüllü ol) ve: “Ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabb’im! Bunlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse, Sen de bunlara (öyle) acı.” [8]

Başka bir âyette de yukarıda sayılan vazifelerimizin hemen hemen tümüne kısa bir şekilde işaret edilmiştir:

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya (eş, dost ve arkadaşa), uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”  [9]

Yüce İslâm dini,  genel olarak kul hakkına saygılı olmayı ve herkese karşı olan vazifelerimizi en iyi şekilde yerine getirmeyi emretmiştir. Cuma günlerinde Cuma hutbelerinin sonunda, imam hatiplerin okuduğu bir âyette, bütün insanlara karşı olan vazifelerimize özet olarak işaret edilmekte, herkese karşı adâlet ve iyilikle hareket etme emredilmekte ve her türlü zararlı şeylerden uzak durma istenmektedir. Bu âyetin meâli şöyledir:

“Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”  [10]

Kur’an ve sünnette işaret edilen çeşitli vazifelerini yerin getiren, insanlar şahıs olarak huzur ve mutluluğa ererler. Huzursuzluk ve benzeri sıkıntılardan kurtulurlar. Vazifelerini yerine getirmiş olmanın mutluluğu içinde yaşarlar. Karşılıklı vazifeleri, Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.)’in emrettiği gibi yerine getiren insanların bulunduğu aile ocağı, gecekondu bile olsa, cennetin bir köşesine döner. Huzur ve mutluluk içinde bulunur. Bu şekilde vazife şuuru içinde olan insanlardan oluşan toplumlar da hiç kuşkusuz refah içerisinde olurlar. [11]

Allah-u Teala vazifenin sorumluluğundan ve gereğini yerine getirmekten kaçınan insanların izin istemekte olduklarını ancak onların af dilemek zorunda kalacaklarını ifade etmektedir. Vazifenin ağırlığının bilincinde olanların ise böyle bir teşebbüste bulunmayacaklarını yine bu ayetlerde görmekteyiz. “Allah'a ve ahiret gününe inananlar, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi görev bildiklerinden (zaten geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah o muttakilerin kimler olduğunu bilir. Senden izin isteyenler, olsa olsa Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlar olabilir. Onların kalpleri hep işkillidir. Bundan dolayı şüphe içinde bocalayıp dururlar.”  [12]



[1] Mülk Sûresi, 67/3.

[2] İnsan Sûresi, 76/8–9.

[3] Ahzap Sûresi, 33/36.

[4] Buhârî, Edeb: 86, Savm: 51, Teheccüd: 15; Tirmizî, Zühd, 64.

[5] Zariyat sûresi, 51/56

[6] Sahih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Saih trc.

[7] Tirmizi, 2781.

[8] İsrâ sûresi,  17/23–24.

[9] Nisa sûresi,  4/36.

[10] Nahl sûresi,16/90.

[11] Geniş Bilgi için bak. Ahlâki Görevlerimiz, 1. Cilt, 100–108.

[12] Tevbe, 9/44–45.