VAHDET

“Birlik”. İnsanların belirli bir fikir, kanaat, düşünce ve değerler bütünü etrafında uyumlu bir sosyal yapı oluşturmalarına, birlik, beraberlik ve bütünlük içinde olmalarına verilen isimdir.

Toplumların uzun süre yaşayabilmeleri sosyal birlik ve beraberliklerini sürdürmelerine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de insan, bir yönden ben-merkezli, [1] diğer yönden sosyal bir varlık olarak tanıtılmıştır. [2]

İnsanoğlu fıtratı icabı, kendi menfaatini ön planda tutan, sadece kendi kabilesini ve milletini seven, başkalarına pek yakınlık duymayan bir yaratılışa sahiptir.

Buna göre bir toplumda vahdeti ve beraberliği sağlamanın yolu, önce zihinlerde, kanaat ve duygularda, sonra davranış ve hareketlerde birliği temin etmektedir. Eski tabirle birincisine ‘Tevhidu’l-Kulub’ (kalplerin birleştirilmesi) yahut ‘Tevhidi efkar’ (fikirlerin birleştirilmesi), ikincisine de ‘Tevhid-i Ef’al’ (davranış ve hareketlerin birleştirilmesi) adı verilir. [3]

İnsanların ortak noktalarda birleşmesini temin edecek esaslar İslam’a göre Allah ve Resulünün emir ve yasaklarıdır. Ancak onlar sayesinde davranış ve hareketlerde birlik ve beraberlik sağlanır, tefrikaya düşülmez. Düşünce, duygu ve kanaatte, inançta vahdeti sağlayan müminlerin gerçekten Allah’a inanmış olmaları ve bu hal üzere Rablerine kavuşabilmeleri için “toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, tefrikaya düşmeyiniz” [4] buyrulmuştur.

Birçok hadiste vahdetin sağlanmasında Peygamber Efendimizin tavsiyelerini görmekteyiz. “Size cemaatle (vahdet üzere) olmanızı tavsiye eder, ayrılıp dağılmaktan (tefrikaya düşmekten) şiddetle sakınmanızı isterim. Zira Şeytan yalnız başına yaşayan insana yakın, birlik olan iki kişiye uzaktır. Kim cennetin tam ortasında yaşamak isterse toplu halde ve vahdet içinde olmaya gayret etsin.” [5]

“Müslüman topluluğundan bir karışta olsa ayrılan kimse, boynundaki İslam bağını çözmüş demektir.” [6]

“Müminler birbirini sevmede ve korumada ve birbirine acımada bir vücudun azaları gibidirler. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olsa diğer organları da bu yüzden ateşlenir, uykusuz kalır.” [7]

Vahdet sağlandıktan sonrasında bunu dağıtacak pek çok unsur devreye girecektir. Bu unsurları devre dışı bırakmanın yolunu yukarıdaki ayet ifade etmektedir.

Allah’ın emirlerine uyulmayan ve bu sebeple tefrikanın hâkim olduğu, birbirine düşman, birbirine şikâyetçi insanlardan oluşan cemiyetlerde huzur ve sükûn olmaz; eziyet, sıkıntı, kriz ve belirsizlik baş gösterir.

“Allah’a ve Resule itaat ediniz, birbirinizle çekişmeyiniz, yoksa dağılırsınız, böylece gücünüz, kuvvetiniz kaybolur.”  [8]

Vahdetin tasavvufi alanda da kullanıldığı bilinmektedir. Tasavvuf yolundaki bütün gelişmeler vahdet ile anlatıldığı gibi, tasavvufi dünya görüşü de bu terimle dile getirilir. Yalnız kalarak halvete çekilen ve böylece Allah’a ulaşmaya (yakın olma) da tasavvufta ‘vahdet’ denir. Pek çok tasavvufi eserde yer alan ‘kesrette (çoklukta) vahdet (birlik)’ deyimi de bunu ifade etmektedir. Tasavvufta her şeyi ‘bir’ olarak ve ‘bir’ içinde, nesneleri Allah ile görmek.

Mutasavvıfın gerçekliği tam olarak kavradıktan sonra ulaşabileceği bir haldir.    

Tasavvuf anlayışına göre vahdete ulaşabilmesi için dört engelin ortadan kaldırılması gerekir. Bu eylem, dört kirlilik halinden arınmayı, dile getirir. İlk engel, bedenin ve giysilerin, kirli oluşudur. Beden ve giysilerin kirliden arındırılması vahdete doğru atılan ilk adımdır. İkinci engel, gönülde yerleşen günah ve vesveselerin oluşturduğu kirliliktir.

Gönül, günah ve vesvese kirinden arındırılarak, Allah için hazırlanmalıdır. Üçüncü engel, kötü huyların oluşturduğu ahlaki kirliliktir. Kötü huylar insani hayvanlar düzeyine indirir. Ahlaki kötü huylardan kurtararak hayvanlık düzeyinden çıkılmalıdır.

Dördüncü engel, Allah dışındaki varlıkların oluşturduğu sırdaki kirliliktir. Sırrı Allah dışındaki varlıklardan arındırarak orada yalnız Allah’a yer vermelidir. Bu dört arınmadan sonra mutasavvıf, vahdet sırlarına ulaşabilir. Ne var ki, vahdetin de çeşitli dereceleri vardır. Bunlar vahdet-i kusud, vahdet-i şuhud vahdet-i vücud adını alır.

Vahdet, tasavvuf düşüncesinde, varoluşun sudûr (türüm) yoluyla Allah’tan çıkış mertebelerinden birinin de adıdır. Tenezzülat ya da tecelliyat denilen sudûrun çok sayıda mertebesinden söz edilir. En yaygın kabule göre tecelliyatın yedi mertebesi vardır. Bu yedi mertebeyi la- taayyün, taayyun-i evvel, taayyuni sani, taayyuni ervah, taayyumi misal, merteb-i şahadet ve mertebe-i insan oluşturur. Taayyuni evvel mertebesi vahdet mertebesidir.

Vahdet mertebesinde Allah, sıfat ve isimlerini toplu şekilde bilir.

Sıfat ve isimler henüz ayrışmamıştır ve zatta içkindir.

Tüm varlıkların kökleri de bu mertebede ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle vahdet mertebesine hakikat-i Muhammediye, madeni kesret, menşe-i siva ve uluhiyyet gibi adlar da verilmektedir.   

 



[1] Meâric Sûresi, 70/19-21.

[2] Enfal Sûresi, 8/63.

[3] İ. Kafi Dönmez, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, ‘Vahdet’ md., 422.

[4] Ali İmran Sûresi, 3/103

[5] Tirmizi, Fiten, 7.

[6] Tirmizi, Adab, 78.

[7] Buhari, Edeb, VIII/12; Müslim, Birr ve Sıla, IV/1999,66.

[8] Enfal Sûresi, 46.