ÜMİT
‘Ümit’, insanın bir şeyin olmasını özellikle istemesine denir.
Her ne kadar yalnız ümit, arzunun yerine gelmesine yeterli olmasa da fırsat kapılarını bulup biraz daha yaklaşarak onu elde etmeye doğru bir adım atmaya yararı olabileceğinden tamamen yararsız değildir.
İnsanda ümit olmamış olsaydı insanlar arası ilişkilere düzen verilmesi ve yeryüzünün düzene sokulması mümkün olmazdı. Hangi öğrenci, okulunu ve üniversitesini bitirdikten sonra mesleğe başlayacağına ümidi olmasa yıllarca göz nuru döker? Hangi çırak ve kalfa, öğreneceği sanatıyla kazanmak ümidini taşımasa yıllarca ustasının kahrını çeker?
Acaba dünyada ümitsiz ve gayesiz insan var mıdır? Her şeyden ümidini kestiğini söyleyen insanı bile araştırdığınız zaman onun bile birçok ümitler beslediğini görürsünüz. Ahirette mükâfat görme isteği de bir ümit değil midir?
Ümidi satıp para kazananlar bile vardır. Dünyanın her tarafındaki falcılar, üfürükçüler ve medyumlar birer ümit satıcısıdır.
Ümidin zıttı ümitsizlik, ümidi kesmektir. İslâm ahlâkında buna ‘Yeis’ denmektedir. Yeis ise İslâm’da yasaklanan kötü huylardandır. Allah-u Teala farklı ayetlerde bu durumun kâfirlerin, sapıkların ve düşman toplulukların özelliği olduğunu, müminlerin Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmemeleri gerektiğini ayette şöyle açıklıyor: “Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez." [1]
“İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?" [2]
Bu ayette de Allah(c.c.)’tan ümit kesenlerin sapıklar olduğu ifade edilmektedir.
“Düşman topluluğunu takip etmede gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı çekiyorlar. Oysa siz Allah'tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Kuşkusuz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” [3]
Allah’a ümit beslemek, bundan geri adım atmamak gerektiğini ifade eden birçok ayet-i kerime mevcuttur: “Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için.” [4]
"Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz" [5]
“Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe ümit bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!" dedi.” [6]
Ayetlerin yanında Hz. Peygamber Efendimiz de hadislerde müslümanın ümid içerisinde olması gerektiğini ifade etmiştir. Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu:
"Kendini nasıl buluyorsun?"
"Ey Allah'ın Resûlü, Allah'tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu açıklamayı yaptı: "Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar." [7]
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kendini nasıl buluyorsun?" sözü ile "dünyadan âhirete intikal ederken kalbinde ne hissediyorsun, Allah'ın rahmetinden ümit mi, yoksa Allah'ın gazabından korku mu?" demek istemiş, genç de böyle anlamıştır.
Hz. Ebû Bekri's-Sıddîk (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "İstiğfar eden kimse günde yetmiş kere de tevbesinden dönse günahta musır sayılmaz" [8]
Bu hadiste Allah'ın affından ümit kesilmeyeceği, işlemekte olduğu günahlardan kesin bir dönüşe azmetmiş olan kimseye Cenâb-ı Hakk'ın kapısının her an açık olduğu, böyle bir tevbenin kabulüne, önceden işlenen günahların çokluğunun, büyüklüğünün veya çeşitliliğinin bir mâni teşkil etmeyeceği ifade edilmektedir. Nitekim âyet-i kerimede: "Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşanlar! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin... Çünkü Allah, bütün günahları affeder" [9] buyrulmuştur.
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki İslâm garib (eşine rastlanmadık bir şekilde) başladı tekrar garibliğe avdet edecek. Gariblere ne mutlu." [10]
Garîb, yabancı demektir, şimdilerde gurbetçi diyoruz. Yani yabancı bir yerde bulunan kimsedir. Kelime, İbnu Mâce'nin müteakip hadisinde bizzat Aleyhissalâtu vesselâm tarafından bir soru üzerine açıklanmıştır: "Kabilelerinden (dinleri için) ayrılanlar." Hadisin, bazen, İslâm'ın temel esprisine zıt bir karamsarlıkla izahına rastlanır: "İslâmiyet kimsesizlerle başladı, yine kimsesiz kalan az sayıda mü'minlerle sona erecek." Bu mana "Allah'tan ümit kesilmez" esprisine aykırıdır. Mü'min, hangi şartlarda olursa olsun gelecek hakkında karamsar ve bedbin olmamalıdır. Öyleyse hadisi, "İslâm, tarihte eşine rastlanmayan, fevkalâde sür'atli bir inkişafla başladı, ahir zamanda tekrar böyle bir inkişâfa mazhar olacak" diye anlamak, o mutlu günleri hazırlayan "gariplerden olma" emel ve gayretine girmek daha muvafıktır. Bediüzzaman bunu "İstikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sedâ İslâm'ın sedası olacaktır" diye müjdelemiş. [11]
[6] Ankebut Sûresi, 29/36.
[7] Tirmizî, Cenâiz 11; İbnu Mâce, Zühd 31.
[8] Tirmizî, Daavât 119; Ebû Dâvud, Salât 361.
[10] Müslim, İmam 232; Tirmizî, İman 13.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/322.