UZLET

İnsanlarla beraber olmaktan kaçınmak, bir kenara çekilip ayrı yaşama anlamında, bir tasavvuf terimi olan Uzlet, aralarında ince farklar olmakla beraber, “vahdet”, “halvet” ve “inziva” terimleri de aynı manada kullanılır. “İhtilat” ve “hıltat” sözcükleri ise “uzlet”in zıttıdırlar. [1]

Uzlet, seyr-i sulûkte zirveye varmak için şart olan bir keyfiyettir. Ancak, ictimâî hayatın îcâbları aksamaması için bunun herkese âid olan şekli, fiilî bir yalnızlık değil, belki kalabalıklar içinde uzleti kalben gerçekleştirebilmektir. Bunun manası, kalbi dünyevî alâkalardan mümkün olduğunca tecrîd ederek Allâh'a yöneltebilmektir.

Bununla birlikte bir kısım ehlullâhın bir köşeye çekilme şeklinde yaşadıkları fiilî uzlet, böyle kimselerin azlığı sebebiyle ictimâî hayâtın aksamasını sebebiyet vermez. Bu husûsî bir hâldir. Ancak umûmî ahvâl bakımından seyr-i sülûk yolunda uzlet, bir köşeye çekilip her şeyden ve herkesten el etek çekmek değil, bilakis kesrette vahdet, yâni kalabalıklar içinde Rabbiyle beraber olabilme hâlini yaşayabilmektir. Bu hayata mânen elvedâ diyerek dünyâdaki bütün bağlantılardan fiilen sıyrılıp kabir âleminde müsbet veya menfî bir uzlete bürünmeden evvel Rabbânî tecellîler içinde Rabb ile beraberliktir. Yâni ölmeden evvel irâdî olarak Hakk'la beraber olmaktır. Ölüm ise, gayr-i irâdî bir uzlettir.

Kişinin uzlete çekilmesinden maksat, günahtan ve günaha sebep olacak şeylerden sakınmaktır. Ancak mutasavvıflar, “uzlete çekilene lâyık olanı, insanlardan uzak kalmaktan maksadının, onların şerrinden uzak olmak değil, kendi şerrinden insanların selamette olmalarına inanmasıdır” derler.

 Uzlete çekilen kişinin, şeytanın kendisine vesvese vermemesi için, itikada ait bilgileri ve ibadetin makbul olması için de farzları edaya yarayan ilimleri bilmesi gerekir. İslâm bilginleri uzletin mi yoksa zıddı olan ihtilatın mı daha üstün olduğuna farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel, ihtilatın müstehap olduğunu söyleyenlerdendirler.

İslâm’da asıl olan insanlardan uzaklaşmak değil, onlarla kaynaşmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisi şerifte şöyle buyurur: “İnsanların ezasına karışan, onların eza ve cefasına katlanan mü’min, insanların arasına girmeyen ve onların baskılarına katlanmayan mü’minden daha faziletlidir.”  [2]

Zaten mutasavvıfların istediği uzlet, temelli insanlardan uzak kalmak değil, nefsi terbiye edip tekrar insanları arasına dönmektir.

Kuşeyri, Risale’sinde esas uzletin insanlardan uzak olmak değil, günahlardan ayrı olmak olduğuna işaretle şöyle der: “Hakikatte uzlet, kötü huylardan ayrılmaktır. Uzletin tesiri vatandan ( yerinden) ayrılmada değil, köyü vasıfları değiştirmede aranmalıdır. Bunun içindir ki; “Arif kimdir?” sorusuna Kin ve bain (birlikte ve ayn olan) kimsedir”, yani zahiren halkla beraber bulunduğu halde, sırren onlardan ayrı olan kimsedir diye cevap vermişlerdir” [3]

Tasavvufî kaynaklarda halvet ve çileye ilk devirlerden itibaren yer verilmiş, Gazzalî ve benzeri mutasavvıflar, uzlet ve halvetin fayda ve zararları konusunu büyük bir titizlikle tespite çalışmışlardır.

Gazzalî, halvet ve uzlet sayesinde dilin, dile ait afetlerden uzaklaşacağını; kalbin riya ve süm'a (başkaları duysun diye) gibi manevî hastalıklardan korunacağını, zühd ve kanaat alışkanlığı kazanacağını; kişinin kötü kimselerle ülfet etmekten kurtulacağını; ibadet ve zikre ayrılacak zaman artarak insanın belli bir itmî'nana ereceğini; kin ve düşmanlık duygularının son bulacağını ve Allah (c.c)'a yakınlık vasatının ortaya çıkacağını ifade etmektedir. [4]

 



[1] Uludağ, Süleyman, Kuşeyrî Risalesi, 240.

[2] Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 282.

[3] Uludağ, Süleyman, Kuşeyrî Risalesi, 240.

[4] İmam Gazali, İhya-u Ulumi’d-Din.