TEVEKKÜL

‘Tevekkül’, ‘vekâlet’ kökünden türemiş bir kelimedir.

Tevekkül sözlükte, kendi işini gördürmek üzere birini tayin etme, birine güvenip-dayanma demektir. Aynı kökten gelen ‘vekil’, kişinin kendi işini gördürmek üzere tayin ettiği, güvenip-dayandığı kimse demektir. ‘Tevkil’ ise, vekil kılma ve tayin etme işidir ki, birine güvenip-dayanma ve onu kendi yerine ‘nâib-temsilci’ olarak tayin etmektir.

‘Tevekkül’, tevkil etme, vekil kılma işidir. ‘Mütevekkil’ tevekkül eden kimseye denir.

‘Müvekkil’, hukuk dilinde, davalının kendi yerine işini görmesi veya davasını savunması için vekil olarak avukat tayin eden, avukatı görevlendiren kimsedir. Müvekkilinin davasını savunan veya onun işini gören avukat da ‘vekil’dir.

                                           Allah’ın Vekil Olması

Kur’an, Allah’ın kulları için ‘vekil’ olarak yeteceğini açıklıyor:

“Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin üzerinde vekildir.” [1]

“Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter.”  [2]

Allah’ın güzel isimlerinden biri olarak el-Vekil (yarattığı her şey üzerine gözetici) ve el-Hafız (koruyucu), yarattıklarının hepsinin iradesinin ve rızkının kendisine ait olduğu, onlardan zararları giderici, faydalı olanları onlara verici anlamına gelir.

O, her şeyi düzenleyen olduğu gibi yönetendir de. Yarattıklarını gözetir, onların rızklarını yaratır. Hiçbir şeyin bilgisi kendine gizli değildir, her şeyi korur, sevk ve idare eder.

Müslümanların “Allah bize yeter, o ne güzel bir vekildir”  [3] demeleri, bütün bu sıfatların Allah’a ait olduğunu söylemeleri, O’nun bütün yapıp-etmelerinde güç sahibi ve bağımsız oluşunu ifade etmek içindir. Allah (c.c.) vekil olarak, müminlerin güvenip dayandığı, onların yapamayacağı işlerin en güzel yöneticisidir.

Vekil ismi bazı ayetlerde ‘şahit’ anlamına da gelmektedir. Allah (c.c.) her an ve her yerde insanların yaptıklarına tanık olmaktadır, onların yaptıklarını bilir. [4]

                           İnsanlar Hakkında ‘Vekil’ Denilmesi

Kur’an-ı Kerim’de vekil sıfatı insanlar hakkında da kullanılmaktadır. Bu kullanımlarda vekil daha çok bekçi, gözetleyici, işlerin sorumlusu gibi anlamlar ağır basmaktadır. Dikkat çekici bir nokta ise insanlar hakkında kullanılan ‘vekil’ sıfatının genellikle olumsuz olarak gelmesidir.

“Deki: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden hakk gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kimde saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinize bir vekil değilim”  [5]

‘Vekil’ kelimesinin insanlar hakkında sözlük anlamıyla kullanılmasında bir sakınca yoktur. Ancak kavram anlamıyla kullanılması pek doğru değildir. Kur’an’ın ‘Allah vekil olarak yeter’ vurgusu bunu bir yönden haber veriyor. Kıyamet günü insanlara sorulacak olan şu soru da oldukça anlamlıdır :“İşte siz, dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz. Peki, kıyamet günü onlardan yana Allah ile kim mücadele edecek? Ya da onlara vekil olacak kimdir?”  [6]

Tevekkülün, vekâlet kökünden türeyen bir kelime olup, işini birine havale etmek, işini gördürmek için birini vekil kılmak veya kalbin vekile güvenip bağlanması demek olduğunu yukarıda ifade ettik. İçinde Allah’tan başka yapıcı olmadığı inancı yerleşen, O’nun, kullarının her hallerine vakıf olduğunu bilen kul, gönlüyle Allah’a tevekkül eder, O’ndan başkasına güvenmez. Kuran-ı Kerim’de kırk ayette tevekkülle ilgili fiil ve isimler geçmektedir. Bu ayetlerde Allah’a sığınmak, O’na güvenip dayanmak, bağlanmak gerektiği; bunun İslam Akaidinin bir gereği ve Allah’a samimi iman ve teslimiyetin zorunlu sonucu olduğu vurgulanmaktadır. Söz konusu ayetlerin birinde “Musa dedi ki: "Ey kavmim! Siz gerçekten Allah'a iman ettinizse, O'na samimiyetle teslim olan Müslümanlardan oldunuzsa artık O'na güvenin!" [7] buyrulmaktadır. Yüce Allah: “İnanıyorsanız, yalnız Allah’a tevekkül edin” [8]

“İnananlar Allah’a tevekkül etsinler.” [9]

“Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter”  [10] buyurmuş; dostlarının kendisine “Rabbimiz, yalnız sana tevekkül ettik, sana yöneldik, dönüşümüz sanadır[11] şeklinde dua ettiklerini bildirmiştir. Elçisine de : “O Rahmân’dır. Ona inandık, yalnız ona tevekkül ettik”  [12] demesini emretmiştir. Yine elçisine: “Allah’a tevekkül et, muhakkak ki sen apaçık bir gerçek üzerindesin.” [13]

“Allah’a tevekkül et, vekil olarak O yeter.” [14]

“Ölmeden Diri olan (Allah)’a tevekkül et!” [15]

“Bir şeye karar verince Allah’a tevekkül et, çünkü Allah, tevekkül edenleri sever[16] buyurmuş; dostlarının “Niçin biz, bizi yollarımıza ileten Allah’a tevekkül etmeyelim[17] dediklerini; Peygamber sahabelerinin de: “Allah bize kâfidir. O ne güzel vekildir!” [18] dediklerini nakletmiş ve onların: “Allah’ın ayetleri okununca imanlarının arttığını, Rablerine tevekkül ettiklerini”  [19] bildirmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde tevekküle teşvik edilmiştir. Buhârî ve Müslim, Allah Resûlünün şöyle dua ettiğini tespit etmişlerdir: “Allah’ım, sana teslim oldum, sana inandım, sana yöneldim, senin uğrunda dövüştüm. Allah’ım, izzetine sığınırım, senden başka ilah yoktur. İzzetin hakkı için beni sapıklıkta bırakma; sen ölmeyen dirisin, cinler ve insanlar ölürler!”  [20]

Hz. Ömer(r.a) de Peygamber(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Siz hakkıyla Allah’a tevekkül ettiyseniz O, kuşları beslediği gibi sizi de beslerdi. Sabahleyin kursağı boş çıkan kuşlar, akşamleyin tok dönerler.”  [21]

Dinin yarısı tevekkül, öteki yarısı da ‘inabe’dir. Çünkü din, istiâne(Allah’tan yardım dileme) ve ibadet (Allah’a kulluk) etmektir. Tevekkül istianedir, İnabe de ibadettir. Allah’ın elçisi (s.a.v)’in, kendisine “İnsanlardan bir şey isteme” dediği Sevban, ondan sonra elinden kamçısı düşse birinden onu alıp kendisine uzatmasını istemez (hayvanından inip kamçısını alır)di. [22]

Hasan Basri: “Kim tevekkül ve kanaat edip razı olursa kendisi istemeden eşya onun ayağına gelir” demiştir.

                Tasavvufçulara Göre Tevekkülün Anlamı Ve Dereceleri

İmam Ahmed ibn Hanbel’e göre tevekkül, bir kalp eylemidir. Kimine göre tevekkül, kalbin, Allah’ın yeter olduğunu bilmesidir. Kimine göre tevekkül, ölünün yıkayana teslim olması gibi kalbin de Allah’a teslim olması, kulun kendi kaderinin seyrini tam teslimiyet ile Allah’a bırakmasıdır. Sehl’e göre tevekkül, kendini Allah’ın dilediğine bırakmaktır. Bunun diğer anlamı da kadere rızasıdır.

Tevekkül, Peygamber (s.a.v.)’in halini önek alarak çalışmaktır ti bu O’nun sünnetidir. Onun haline göre davranan, sünneti ihmal etmez. İşte Ebû Saîd: “Tevekkül, sükûnsüz ızdırap (durmadan hareket) ve ızdırapsız sükûn (Allah’ın takdirine kılı kıpırdamadan bağlanıp durmak)tır” sözüyle bunu anlatmak istemiştir. Bu konuda Sehl’in sözü daha açıktır. Sehl: “Tevekkül, kalbin, Allah’tan başkasıyla ilgilerini kesmesidir.”, “Allah ile ilgisiz (başka bir şey ile ilgisi kalmadan, hiçbir şeye bağlanmadan) yaşamaktır.” demiştir. [23]

                         Hadis-İ Şeriflerde Tevekkülün Ehemmiyeti

Halid'in oğulları Habbe ve Sev (radıyallahu anhüm) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir şey tamir etmekte iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. "Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular." [24]

Amr İbnu'l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter."  [25]

                                     Tevekkülün Dereceleri

Kalb ve yakîn kuvveti ile( inanç ve bilgi gücü ile) tamam olan tevekkül üç dereceye ayrılır:

Birinci derece, kulun Allah’ın kefaletine ve yardımına güveni, vekîle güven duyduğu bir hal üzere olmasıdır.

İkinci derece, kulun Allah ile durumu, çocuğun annesi ile olan durumu gibi olmalıdır. Çocuk, annesinden başkasını bilmez ve ondan başkasına güvenmez. Onu görür görmez eteğine yapışır, bırakmaz. Annesi olmadığı zaman başına bir şey gelse, söyleyeceği ilk söz: “Vay Anam” demektir. Çünkü annenin kefaletine, korumasına ve şefkatine her şeyden çok güvenmektedir. İşte Allah’a bağlılığı da bu dereceye gelen, çocuğun annesine güvenmesi gibi Allah’a güvenen kimse O’na tevekkül eder. Bu derece ile birinci derece arasındaki fark şudur: Bu derecede olan, tevekkülü ile tevekkülünden geçer. Kalbi tevekkülünü görmez. Yalnız tevekkül ettiğini görür, başka bir şeye iltifatı olmaz. Fakat birinci derecedeki tevekkülde zorlama, kesb vardır. Mütevekkil (tevekkül eden kişi) henüz tevekkülünden geçmemiştir, eylemini görmekte ve bilmektedir. Bu da bir parça da olsa kalbi, yalnız tevekkül ettiğini düşünmekten alıkoyar.

Tevekkülün en aşağı derecesinden, ortasından ve en yükseğinden sorulan Sehl: “Birincisi arzuları terk etmektir; ikincisi tercihleri terk etmektir” demiş ve üçüncüsü için de: “Ortasına varmayan onu bilemez” demiştir.

Üçüncü derece, tevekkülün en yüksek derecesidir. Kulun oturuşunda, kalkışında, bütün davranışlarında, ölünün yıkayıcıya teslim olması gibi Allah’a teslim olmasıdır. Bu kul, nefsini ezeli kudretin hareket ettirdiği ölü sanır. Ölü nasıl yıkayıcıya teslim olursa, bu mütevekkil de Allah’ın dilemesine ve yapmasına öyle teslim olmuştur. Çünkü kendisinin, Allah’ın kudretinin, ilminin, iradesinin ve diğer sıfatlarının aktığı bir kanal olduğunu bilir. Bu mütevekkil, annesinin ardından ağlayan, onun eteğine yapışan,  ardından koşan çocuk gibi değil; ağlamasa da annesinin kendisine bakacağını, eteğine yapışmasa da annesinin kendisini kucağına alacağını, süt istemese de annesinin kendisini emzireceğini bilen çocuk gibidir. Bu makamda Allah’ın keremine ve inayetine, O’nun istemeden vereceğine tam güven hâsıl olduğundan, bu makamdaki tevekkül, duayı bırakma sonucunu verir. Artık kul Allah’tan bir şey istemez olur. Oysa ikinci makam duayı bırakmayı değil, Allah’tan başkasından istememeyi gerektirirdi. Bu makam ise (Hakk’ın uygun olanı yapacağına tam güven ile) Hakk’tan da istememeyi gerektirir. [26]

                                          Tevekkülün Boyutları

‘Vekil kılma’ anlamında ‘tevkil’ sürekli Allah’ı ‘Vekil’ kılma olarak geçmektedir. Yani kendisine ‘tevekkül’ edilen Allah (c.c.); Allah’ı vekil tutan da, O’na tevekkül eden de insandır. Tevekkül’ün hedefi hep Allah’tır.

‘Tevekkül’ fiil ve türevleriyle birlikte kırktan fazla ayette geçmektedir ki, hepsinde de ‘Allah’a tevekkül, O’nu vekil bilme, ona güvenip dayanma söz konusu edilmektedir.

‘Tevekkül’, kavram olarak, Allah’ı vekil bilme, ona dayanmadır. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür:

Birincisi; birisini “veli” bilmek, dost, yardımcı ve işine bakabilen bir kimse olarak güvenme, ikincisi ise; birisini kendi işi için vekil bilme ve ona güvenip dayanmadır.

Kavram olarak tevekkül’ ü şöyle tanımlamak mümkündür:

İnsanın, kendine yüklenilen veya kendine düşen bütün görevleri yaptıktan, bütün çalışmalarını yerine getirdikten ve bütün tedbirleri aldıktan sonra, işin sonucunu Allah’a bırakmasıdır. Allah’a güvenip sonuçtan kuşku duymamasıdır.

Şüphesiz ki ‘tevekkül’ bazılarının anladığı gibi, havadan ekmek beklemek, gayret etmeden bir başarıya ulaşmak, yerinde oturarak Allah’tan bir şey beklemek, pasif bir bekleyiş değildir. Bu anlamda Allah (c.c.) kimsenin vekili değildir. Bazı kimseler, insan olarak üzerlerine düşeni yapmazlar, gerekli çabayı göstermezler, emek sarf etmezler sonra da işlerini Allah’ a havale ederler. Tayin ettikleri vekilin bütün işlerini görmesini isterler.

İslâm’da böyle bir tevekkül inancı yoktur. İslam inançlarına göre, ilke olarak, âlemdeki her şey gibi insan ve onun kaderi, işleri, yaşayışı da mutlak Allah’ın iradesine bağlıdır. Allah bu mutlak iradesinin bir sonucu olarak insanı da irade sahibi ve bir ölçüde güçlü bir varlık olarak yaratmıştır. Bu irade ve hükümlerini Allah’ın emrince kullanması, bu suretle O’nun iradesine teslim olması insanın sorumlulukları arasında yer alır. Kuranı Kerim’in ayetleri, Hz. Peygamberin sözleri ve uygulamaları ile İslam’ın bu iki temel kaynağını en iyi anlayıp uygulayan sahabelerin hayatları bir bütünlük içinde değerlendirilecek olursa, tevekkülün, “hareket ve faaliyeti bırakmak” manasında yorumlanmasının İslam dini ile bir ilgisinin bulunmadığı kolayca anlaşılır. Tevekkül, uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti değil, bütün güçlüklerine rağmen işlerimize başarmamıza yardım edeceğine inandığımız Kadir-i Mutlak’a olan samimi güven ve bunun verdiği tükenmez ümidin iman halini alışıdır. Tevekkülün bir irade ve iman gücü olduğunu vurgulayan ayetlerden ikisini meali şöyledir:  (Ey Muhammed) etrafındakiler sana sırt çevirilerse, de ki: Allah bana yeter. Ben yalnız O’na tevekkül ettim. O, ulu arşın Rabbidir.” [27]

“Bir kısım insanlar onlara (Ashab-ı Kiram’a): Düşmanlarınız size karşı toplanıp birleştiler; aman sakının onlardan! Dediklerinde, bu, onların inancını daha da artırmış ve: Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir! demişlerdi.”  [28]

Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tan bir rahmet olarak, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi öyle ise onları bağışla onlar için mağfiret dile ve iş konusunda onlarla danış (müşavere et). Bir kere azmettin mi (kesin karar verdin mi) de Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah, tevekkül edenleri sever.” [29]

Görüldüğü gibi tevekkülün oluşum suresi açıktır. Yukarıdaki ayet belli bir konuda yapılması gerekenleri söyledikten sonra tevekkülün gereğine işaret ediyor. ‘Bir kere azmettin mi’ ifadesi, gerekli kararlılığı ve yapılması gerekli çalışmaları haber veriyor.

İman edenler, Rablerinin kendilerini ne ile sorumlu tuttuğunu bilirler. Bunun bilincindedirler. Bütün kulluk görevlerinin yerine getirilmesi, bu işin şartıdır. Zaten insan bunun için yaratılmıştır. Görevler yerine gelmeden, sonucu büyük mükâfat ve kazanç olarak beklemek mümkün değildir. Mümin, gerekeni yapar, sonuç konusunda Allah’a güvenip-dayanır, O’nun vereceği karşılığa razı olur.

İslâm müminlere, ilim öğrenmelerini, emirlere uymalarını, rızıklarını aramalarını, Allah yolunda çalışma yapmalarını, düşmana karşı hazırlıklı olmalarını, din ve dünya işlerinde şûraya (istişare-danışma) başvurmalarını, işleri kolaylaştıracak metotları bulmalarını, adaletle davranmalarını, haksızlıktan kaçınmalarını ve bunlara benzer birçok şeyi yapmalarını emrediyor. Elbette bütün bu çalışmalar yapılırsa sonuçları da güzel olacaktır.

Tevekkül bu anlamda, bütün çalışmaları yaptıktan, bütün görevleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç ve huzur doyumluluk, bir yönden de Allah’ın vereceğine razı olma ahlâkıdır.

‘Tevekkül’ güçlü bir iman ve Allah’ın emrine uymada sürekli bir kararlılıktır.

Tevekkül eden (mütevekkil), yaptığı tevekkülle bir faydayı elde eder, bir zarardan kurtulur. Onun hakkıyla yapacağı tevekkül ona öyle bir sonuç kazandırır ki, bu sonucu başka bir şeyle elde etmek mümkün değildir.

Allah’a tevekkül, O’nun yardım ve desteğine güvenmedir, en uygun çalışmayı yapan, kulluk görevleri yerine getirenlere iyi sonuç vereceğinden emin olmaktır.

Kulun tevekkülü, Allah’ın o kuluna yeterli oluşunun bir sebebidir. Kur’an müminleri tıpkı takvada olduğu gibi böyle bir tevekküle teşvik ediyor. [30] 

Tevekkül, hakka tam bağlılık, azimli ve kararlılık sahibi olma unsurları ile güçlenir, yerine getirilir. Müminler sadece Allah’a tevekkül ederler. [31]    

Onlar sürekli olarak ‘Hasbunallahu ve ni’me’l-vekil- Allah bize yeter, o ne güzel vekildir’ derler. [32] 

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Siz Allah’a hakkı ile tevekkül edebilseydiniz, sizleri de kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı, sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz.” [33]

Bu demektir ki hangi varlık olursa olsun çaba sarf edenler, bu gayretlerinin sonuçlarını en güzel şekilde görürler.

Her şey bir sebebe bağlıdır. İnsanın kaderi; hedefini, amacını ve bu amacı gerçekleştirecek olan sebebi de içerisine alır. Bu, toprağın mahsul verebilmesi için, onun sürülmesi, ekilmesi, gübrelenmesi ve sulanması gerektiği gibi bir sebeple sonucun ilişkisidir. ‘Dua ve tevekkül’ün işlerin sonucuna etki etmez’ diyen, amel işlemekle emredilmeyi, sebeplere yapışmayı görmezlikten geliyor demektir. Bir amel işlemeden, bir amaca ulaşmak için bir çaba sarf etmeden, emredilen şeyleri yerine getirmeden bir başarıya veya Allah’ın insana va’d ettiklerine kavuşmak mümkün değildir.

Allah (c.c.), mümin kullarının yalnızca kendisine tevekkül etmelerini emrediyor. [34]



[1] Zümer Sûresi, 39/62.

[2] Nisa Sûresi, 4/132.

[3] Ali İmran Sûresi, 3/173.

[4] Yusuf Sûresi, 12/66. 

[5] Yunus Sûresi, 10/108.

[6] Nisa Sûresi, 4/109.

[7] Yunus Suresi, 10/84.

[8] Mâide Sûresi,  5/18

[9]  İbrahim Sûresi, 14/12.

[10] Talak Sûresi, 65/3.

[11] Mümtehine Sûresi, 60/4.

[12] Mülk Sûresi, 67/29.

[13] Neml Sûresi, 27/79.

[14]Ahzâb Sûresi, 33/3.

[15] Furkan Sûresi, 25/58.

[16] Âl-i İmrân Sûresi, 3/159.

[17] İbrahim Sûresi, 14/12.

[18] Âl-i İmrân Sûresi, 3/173.

[19] Enfâl Sûresi, 8/2.

[20] Müslim, Salatu’l-Müsafirin, 300.

[21] Tirmizi, Zühd, 33.

[22] Müslim, Hacc, 56.

[23] Kuşeyri Risâlesi, s.28.

[24] Nesaî, Zinet, 96.

[25] İbnu Mâce, Fiten, 33.

[26] İmam Gazali, İhya-u Ulumi’d-Din, 86.

[27] Tevbe Suresi, 9/129.

[28] Al-i İmran Suresi, 3/173.

[29] Al-i İmran Suresi, 3/159.

[30] Müzzemmil Sûresi 73/8–9.

[31] Ali İmran Sûresi 3/122–160.

[32] Ali İmran Sûresi 3/173.

[33] Tirmizi, Zühd, 33.

[34] Maide Sûresi, 5/11.