TERAKKİ
Terakki, sözlükte, ilerleme, yukarı çıkma, yükselme, artma, çoğalma, gelişme ve yücelme anlamına gelmektedir. Terakki tasavvufta, selim (sağlam) kalbin yüksek makamlara ulaşmasıdır.
Dünya ve ahiret hayatı için terakki isteyenler, oraya ulaşmak ancak güzel ahlâk ve dürüstlük merdivenlerinden çıkabilirler. Bunun için başka bir çıkış ve yükseliş yolu yoktur. Genel ve özel çıkarlarda ilerleme, en önemli ve en gerekli olandan başlamakla olur. Öne alınması gerekeni geciktirme veya ertelenmesi gerekeni öne almakla olmaz.
İnsan, şer ve kötülükte ilerlemeye hayır ve güzel işlerde ilerlemekten daha müsait bir ortamdadır. Bunu değiştirerek hayır tarafına sevk eden ancak Allah (c.c.)’ın emri ve yasaklar topluluğu ile yararlı yasalardır. Bu yolun dışındaki ilerleme gerçek ilerleme değil aksine gerilemedir.
Allah-u Teâlâ ilimde ilerlemeyi övmekte ve ahiret hayatında ecrinin büyük olacağını haber vermektedir. Bu bağlamda ilimde ilerlemeyi sadece o döneme kadar ortaya konulmuş gelişmeleri zihne yerleştirmek olarak değil Allah’a inanma ve onun tarih boyunca peygamberleri vasıtasıyla öğrettiği vahyi kabul edip tasdik etme anlamında ele almaktadır. “Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz.” [1] buyurmaktadır.
Allah u Teala’nın ilimde yol kat etmeyi övdüğü ve bilgide ilerleyen kimselerin kendinden daha çok korkacağını ifade ettiği başka bir ayette: “Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (hakkıyla) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.” [2] buyrulmaktadır.
İlimde terakki Allah’ın kanunlarının anlaşılıp kabul edilmesi bakımından imanla, imanın bir meyvesi olması açısından da amelle doğrudan bağlıdır. Bu bakımdan ilim tek başına ele alınmamakta iman, ibadet ve tatla birlikte zikredilmektedir. Alim kimselerle, ister bilgisi Allah’ı tasdik etmeye götürmeyen, isterse salt bir inkarla bilgisinin sorumluluğunu yerine getirmeyen kimselerin eşit olmayacağı bildirilmektedir. Hayatını bilgi, iman ve ibadet sac ayağı üzerine oturtan insan övgüye değer bulunmaktadır. Bunun içindir ki Allah: “…Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür. [3] buyurmaktadır.
Allahu teala ilim öğrenip öğrendikleriyle amil olarak hayat yaşamayı müminlere öğütlemekle birlikte işi burada bırakmamaktadır. Müslümana sadece kendisi için yaşamayı değil, diğer insanlara da faydalı olmayı bir görev olarak yüklemektedir. Yani bir bakıma doğruluğun, iyi ve güzelin başkalarına da ulaştırılması, onların da bu değerlerden haberdar olup yaşaması için çaba sarfedilmesi öğütlenmektedir. İlim ve ilme dayalı olarak salih amel işleme bireysel ve şahsi olmaktan çıkarılıp toplumsal boyuta intikal ettirilmektedir. İşte burada Allahu Teala Asr Suresinde insanın hüsranda olduğunu ancak iman eden ve inandığı uğurda salih amel işleyen ve karşılaştığı zorluklardan yılmadan devam eden yani sabreden, başkalarını düşünerek yaşadı iyilikleri tavsiye eden kimselerin dünya ve ahirette bu hüsrandan kurtulacağını haber vermektedir. Bu açıdan iman ve amelde terakki etmenin yol ve yöntemi gösterilmektedir.
“Emri bil mağruf nehyi anil münker” olarak tarif edilen iyiliği emredip kötülükten nehyetme Müslüman üzerinde bir vecibedir. Fert olarak müslümanın İslam’ı yaşaması İslam toplumu için gerekli ancak yeterli değildir. Onun içindir ki iyiliğin yaşanması ve yaşatılması, kötülüklerin hem birey olarak terk edilmesi hem de toplumu meydana getiren diğer fertlerin yapmasının önüne geçilmesi müslümanın yine asli görevlerindendir. Burada da ferdi ve tolumsal hayatın vazgeçilmez kaidelerinin hayata geçirilmesi tedrici bir yolla yüksek mertebelere ulaştırılması gerekmektedir.
Yukarda kelime anlamı itibariyle gelişme ve ilerle gibi anlamlarla ele aldığımız terakki kavramını, sadece maddi ilerlemeler olarak değil, manevi ilerleme olarakta ele almak gerekmektedir. Bu bakış açısıyla kavram manevi olarak kalp huzurunda yüksek mertebelere ulaşılması, belli bir eğitim ve yol takip edilerek manevi ilerlemelerin sağlanması bağlamında da incelenmeli, ibadet ve taatta ihsan ve ihlas kavramlarıyla birlikte düşünülmelidir.
Cibril Hadisi olarak adlandırılan Kutsi Hadiste "Allah'ı görüyor gibi ibadet etmendir" diye târifi yapılan ihsan, mâneviyatta yüce bir mertebeye alem olmaktadır. İslâm dini, müntesiplerini, bu hedefe ulaşmak için gayret göstermeye teşvik eder. Dinin kemali, sadece farzların ifası ile gerçekleşmiyor. Kul, daha ileri mânevî mertebelerin varlığını bilecek ve onları elde etmek için gayret gösterecektir. Bu hadis, iman ve İslâm'ın ötesinde, tefekkürî bir mertebeye dikkat çekmektedir; İhsan mertebesi...
Nefsi, manevî kirlerden tezkiye ve tathir ile ruhu yücelterek ilahî kurbiyeti elde etmeyi kendine gâye edinen İslâm tasavvufunda geniş tahlîl ve izahlara tabi tutulan ihsan için şu kadarını söyleyebiliriz: Kişi bilhassa ruhî ve fikrî idmanlarla, ilahî murâkabe ve müşâhede altında olduğunu idrak etmeyi zihninde her an canlı ve sâbit kalacak bir alışkanlık hâline getirebilir. Mükerrer âyet ve hadisler söz ve fiil olarak her ne yapmakta isek, an be an kayda geçtiğini, hatta zihnimizden geçip fiile dökülmeyen duygu, düşünce ve niyetlerimizin bile yazıldığını, âhirette ömrümüzün her ânından bu yazılanlara göre hesap vereceğimizi beyan ederler.
İhsan, kolay görünse de kazanılması oldukça zor bir mertebedir. Ancak zorluğu nisbetinde kıymetli ve yücedir. Bunu elde etmek için gösterilecek her gayret, atılacak her adım kişiyi yüceltecek, dünyevî ve uhrevî kazancını artıracaktır. Mü'min kişi, herşeye ümitle bakmakla emrolunmuştur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gösterdiği her hedef beşerî gücün hâricinde değildir. Binaenaleyh ihsan mertebesini kazanmak ümît ve gayreti hepimizin hem hakkı hem de vazifesidir. Cılız ayaklarıyla hac yoluna düşen karıncaya "Senin bacakların küçük, ulaşamazsın" denilince "Belki varamam bu doğru, ama o yolda ölürüm ya?" demiştir. Bu temsil, gücümüzün dışında görsek bile ihsan mertebesine talib olmanın gereğini anlamada yeterlidir. [4]
Terakkinin toplusal boyutta anlaşılması ve yorumlanması açısından Hz. Peygamberden İbnu Abbâs radıyallahu anhüma tarafından rivayet dilen şu hadis i şerif dikkat çekicidir: "Bir kavimde gulûl (denen devlet malından hırsızlık) zuhûr ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zina yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavm ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder." [5]
Resûlullah bu hadislerinde cemiyeti ayakta tutan temel ahlâkî umdeleri zikretmektedir. Böylece, İslâm nazarında, içtimâî saadet ve medenî terakki ile ahlakî yapının yakın ilgisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu içtimâî dinamikler:
* Devlet malının yağmalanmaması,
* Namus ve iffet,
* Ölçü ve tartılarda dürüstlük,
* Mahkemelerde adalet,
* Ahde vefa’dır. [6]
4 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/220-221
5 Muvatta, Cihâd 26, (2, 460).
6 İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/367.