TAZİYE

 

‘Taziye’, musibetle karşılaşan kişiyi teselli etme, sabra teşvik etme yönünde sözler söylemektir. Dilimizde bir yakını vefat eden kimseye baş sağlığı dilemek, taziye vermek, geçmiş olsun dileklerini bildirmek anlamında kullanılır.

 

Bir yakını vefat eden mümine taziye de bulunmak İslâm ahlâkının gereklerindendir. Ancak cenaze sahiplerinin acısını yenilememek için üç günden sonra taziyede bulunmak mekruh sayılmıştır. Diğer yandan cenazenin defninde bulunmayan uzaktaki kimseler üç günden sonra da taziye de bulunabilirler.

        

Taziyede bulunmak, cenaze sahiplerinin yanına bizzat giderek, telefon vs. ile ya da mektup yazarak gerçekleşebilir. Taziyenin musibeti azaltıcı ve insanların kısa süreli de olsa üzüntüsünü gideren bir ifadesi olduğu da unutulmamalıdır. Sabır tavsiye etmek, musibetin ecrini, sevabını hatırlatmak, ölen kimse için dua etmek, makamının cennet olmasını niyaz etmek, ‘Allah ecrini artırsın’,  ‘Şükretmeyi nasip etsin’ gibi dualarda bulunmak, ‘hayra sebep olan, yapan gibidir’ düsturuna binaen, taziye ile musibet sahibini teskin ve teselli eden onun ecrine Allah (c.c.)’ın izniyle ortak olacaktır.

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) üç güne kadar yas tutmaya izin vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kadına ölü için üç günden fazla yas tutmak helal değildir. Ancak kocası için iddet süresi olan dört ay on gün yas tutması müstesnadır.[1]

 

Definden önce veya sonra ölüme ağlamak ittifakla caizdir. Ancak sesi yükseltmemek, çirkin sözler söylememek ve ağıt yakmamak gerekir. Çünkü oğlu İbrahim ölünce Hz. Peygamber (s.a.v.) ağlamış,  yine kızının oğlu can çekişmekte iken kendisine arz edilince gözlerinden yaşlar boşanmıştır. Sebebi sorulunca da şöyle cevap vermiştir:

Bu, Allah rahmetidir, onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına merhamet eder.[2]

 

Ölümden ibret almak ve ölenlerin ardından iyi şeyler yapmak gerekir. Bunlar arasında elbetteki ilk sırada ta’ziyede bulunmak gelir. Müslüman kişinin sorumluluklarında biridir çünkü taziyede bulunmak. Peygamber Efendimiz hem taziyede bulunmayı öğütlemiş hem de taziyede bulunulacak eve yardım edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ölüm sebebiyle büyük üzüntü yaşayan ve yıkılmış olan hane sahipleri misafirleri karşılayamayacağı hatta kendi ihtiyaçları olan yemek yapma vs. gibi şeyleri yerine getiremeyeceklerini göz önünde bulunduran Peygamber (s.a.v.) taziye ve cenaze sahiplerine yardım etmeyi şöyle öğütler:

 

Ebu Berze el-Eslemî (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

“Kim çocuğunu kaybeden bir anneye taziyede bulunursa cennette ona bir  bürde giydirilir.” [3]

 

İbnu Mes'ud (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

“Kim  (bir belaya) maruz olana taziyede bulunursa, ona öbürünün sevabının bir misli verilir.” [4]

 

Abdullah İbnu Câfer anlatıyor: ‘Ca'ferin ölüm haberi geldiği  zaman, Rasûlullah (s.a.v.):

“Ca'fer ailesi için yemek  yapın! Çünkü onlara, onları meşgul eden (haber) geldi!” buyurdular.’ [5]

 

Amr İbnu Hazm (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

“Bir musibeti sebebiyle din kardeşine taziyede bulunan hiçbir mü'min yoktur ki, Allah Teâla Kıyamet günü ona bir takım keramet elbisesi giydirmesin.[6]

 

Sonuç olarak Müslüman’ın diğer müminlere karşı görevlerinden biri de onu son yolculuğuna uğurlaması ve definden sonra da onun yakınlarına baş sağlığı dileğinde bulunmasıdır. Bir musibete, felakete uğrayan kimselere sabır tavsiyesinde bulunmak, meydana gelen musibetle kaderin tecelli ettiğini ve bunu geri çevirmenin artık mümkün olmadığını, bu nedenle kadere teslim olmanın kişiyi ruhî rahatlığa erdireceğini telkin etmek gerekir.



[1] Şevkanî, Neylu’l-Evtar, c.VI, s.292.

[2] Buharî, Cenaiz, 33; Tevhid, 25; Müslim, Cenaiz, 9, 106; Ebu Davud, Cenaiz, 24.

[3] Tirmizî, Cenaiz.

[4] Tirmizî, Cenaiz.

[5] Tirmizî, Cenaiz; Ebu Davud, Cenaiz.

[6] Buhari; Müslim.