TAKVA

Takva’ kelimesinin aslı ‘veka’ fiilidir. Bu fiilin mastarı olan ‘vikaye’, tevkıye, vikae’ kelimeleri sözlükte; bir şeyi korumak, himaye etmek, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak demektir.

İslâm ahlâkında ‘insanın ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek kötü durumlardan koruması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Cürcanî ise ‘Allah (c.c.)’a itaat ederek O’nun vereceği cezalardan korunmak; insanın kendisini, yaptığı veya yapmadığı şeyler yüzünden karşılaşacağı cezalardan yine Allah (c.c.)’a itaat ederek korunması anlamına geldiğini belirtir.

Diğer bazı tariflere göre ise ‘Kulun masiva (Allah’tan başka her şey)’dan sakınmasıdır; dinin edep ve erkânına sahip olmaktır; insanı Allah (c.c.)’tan uzaklaştıran herşeyden uzak durmaktır; nefsin arzularını terk etmek, yasaklardan uzak durmaktır; gönlünde Allah (c.c.)’tan başka hiçbir şey görmemektir; kendini hiçbir kimseden daha iyi diye düşünmemektir; Allah (c.c.)’tan başka herşeyi terk etmektir; sözde ve davranışta Hz. Peygamber (s.a.v.)’e uymaktır.’

Kur’anı Kerimde ahiret inancının yoğun olarak işlendiği ilk zamanlarda inen ayetlerde takva, Allah (c.c.)’ın şiddetli azabına karşı siper görevi yapacak olan korku ve kaygı şuurunu ve bu şuurun bir sonucu olarak Allah (c.c.)’ın buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. Ancak zamanla İslâm toplumunun hem sayı hem de nitelik olarak gelişmesine paralel olarak takva kavramının içeriğinin de geliştiği görülmüştür.

“Yarım hurma ile de olsa, sadaka vererek, kendinizi cehennemden koruyunuz (ittika ediniz)” [1] hadis-i şerifinde sadakanın küçük olması bunu yapmaktan geri durdurmasın anlamında kullanılmıştır.

‘Veka’ fiili kökünden gelen ‘ittika’ kelimesi sözlükte; ‘vikayeyi kabul etmek, bir başka deyişle, vikayeye girmek, elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini korumaya almak’ anlamlarına gelir.

Aynı kökten gelen ‘tevekka’ da ‘ittika’ anlamındadır.

Takva, ‘ittika’nın ismidir ve sözlük anlamı olarak, ‘kuvvetli himayeye girmek, korumak, kendini koruma altına almak’ demektir.

Müttakî ise, ‘ittika eden, takva sahibi’ kimse demektir. Muttakilerin özelliklerini Allah Teâlâ şöyle açıklamaktadır: “İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir. Onlar ki gayba iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızktan (Allah yolunda) harcarlar. Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler. Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.” [2]

Kur’an-ı kerim gelmeden önce Arapça’da ‘takva’ kelimesi, insan ve hayvan gibi bir canlı varlığın kendini, dışarıdan gelebilecek bir zarara karşı savunması anlamına gelmekte idi.

                                           Kavram Olarak Takva

Kur’an-ı kerim, bütün diğer kavramlar gibi ‘takva’nın da sözlük anlamını temel olarak zenginleştirdi, ona yepyeni bir anlam kazandırdı. Üstelik aşağıda geleceği üzere, Kur’an’ın anlattığı ‘takva’ olayı, basit bir savunma, sıradan bir korku, kolay bir nefis koruması değil, iman ve amelle desteklenen bir aksiyon şeklindedir.

Kur’an, ‘takva ve ittika’ kelimelerini, sözlük anlamına yakın manalarda da kullanmaktadır. Birkaç ayette bunun örneklerini görebiliriz:

“...Kim nefsinin bencil tutkularından ‘ittika ederse-korunursa’; işte onlar, kurtuluş bulanlardır.” [3]

Artık Allah da, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve sevinç vermiştir.” [4]

“... Kâfirler için hazırlanmış Cehennem ateşinden ittika edin (korunun).” [5]

                        Kur’an’da Korkuyu İfade eden Diğer Kelimeler

Takva, kelimesinin ardında ‘korku, korkmak’ unsuru da vardır. Ancak bu kelimeyi yalnızca ‘korku veya korkmak’ diye anlamak, başka bir dile yalnızca korku diye çevirmek çok yetersiz kalmaktadır. Kur’an’da korkuyu değişik boyutlarla anlatan ‘havf, hazer, haşyet, rehbet, vecel’ gibi kelimeler de kullanılmıştır. Bu kelimelerin her biri bir korku olayını değişik boyutlarıyla anlatmaktadırlar.      

Takvatek başına bir korku olayı olmadığı gibi, korku unsurundan da tamamen uzak değildir. Bu bakımdan takva kelimesi bazen, ‘korku ve ürperti’ anlamında ‘havf ve haşyet’ kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. Bu bir anlamda takvanın bir sonucu olarak Allah (c.c.)’tan ‘havf ve haşyet’ duymak (korkmak) demektir.

Şu ayette ‘haşyet ve ittika’ beraber kullanılmaktadır:

“Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkarsa (haşyet duyarsa) ve O’ndan ittika ederse (korunursa); işte kurtuluşu erenler onlardır.” [6]

                                         İnsandaki Korku Hissi

İnsan psikolojisinde korku ve ümit duyguları beraber vardır. İnsan, bazı şeyler karşısında aciz (yetersiz) kaldığını bilir, ondan korkar ve sığınılacak bir kucak arar. Bu korku ve ümit çizgisi, onun çalışmalarına ve hayatına yön verir. Bu duygular onu hayata bağlar.

Kur’an-ı kerim, insandaki bu yaratılışı göz önünde bulundurur. Ondaki bütün lüzumsuz korkuları ayıklar, korkulması gereken yerden korkmayı, ümit edilmesi gereken şeyleri ümit etmeyi ona öğretir.

İnsandaki korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah (c.c.)’tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan tarih boyunca böylesine lüzumsuz korkular yüzünden kendisine sayısız tanrılar edinmiştir. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları ilah edinmiş; Firavunlardan ve diktatörlerden korkmuş, onları ilah edinmiş; açlıktan korkmuş, ekmek ve maaş verenleri ilah edinmiş; yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilâh edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar aramış, ancak çoğu zaman sığındığı kucaklar kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur.

Kur’an-ı kerim, insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata (yaratılışa) en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duyguları kulluk faaliyeti çerçevesinde, insana en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor.

                                           Takvanın Boyutları

‘Takva’, korku duygusunu de içerisine alan bir çekinmenin, bir korunmanın ve bir saygının ahlâk ve ibadet olarak gösterilmesidir. İslâm, insandaki bu korku ve ümit duygusunu işleyerek, bu duyguların övülen bir sıfat haline gelmesini sağlıyor. Kur’an, insandaki sıradan korku ve sığınma hissini geliştirerek, kişinin manevi olarak yücelmesinin yolunu açıyor. Evet, takva duygusu, sıradan bir korkudan ziyade belki yaratılışındaki korkunun düzene konularak, bir korunma ahlâkı, bir yücelme faaliyeti, bir sorumluluk bilinci haline getirilmesidir.

En geniş ve en kapsamlı koruma Allah (c.c.)’ın korumasıdır. Allah (c.c.)’ın ‘rahmet’ sıfatı bütün yaratılmışları korur. Ancak insan, kendi isteği ile kendine zarar veren şeylerden Allah (c.c.)’ın korumasını ister, ya da işlediği fiillerin kötü karşılığı hakkında Allah’tan korkar. Burada koruma isteği daha çok, yapılan amellerin sonuçlarından dolayı duyulan bir korkudur.

‘Takva’ insanın kendisini Allah (c.c.)’ın koruması altına koyarak ahirette zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılmasıdır.

‘Tavanın birçok tanımı yapılmaktadır. Bu çeşitli tanımlar arasında bir çelişki yoktur. Hepsi de aynı anlamı değişik kelime ve ifadelerle anlatmaktadırlar.

Söz gelimi ‘takva’yı, ‘Allah (c.c.)’ın emrettiklerini tutmak, yasaklarından kaçınmak’ diye tarif edenler olduğu gibi; ‘yapılması günah olanı yapmaktan, terk edilmesi günah olanı terk etmemekten çekinmektir’, ‘Allah (c.c.)’ın cezalandırmasından korkarak, O’nun verdiği bir nur ile O’na itaat etmektir’, Allah’ın dışındakileri Allah (c.c.)’a tercih etmemektir’ şeklinde tanımlayanlar olmuştur.

‘Takva’nın türediği ‘veka’ fiili ve türevleri Kur’an’da tam iki yüz elli sekiz yerde geçmektedir. Kur’an’ın en önemli kavramlarından biridir. ‘Takva veya ittika’ kulun Rabbi karşısında durumun en iyi anlatan bir sıfattır. Birçok ayette insanlara ‘Allah’tan ittika edin’ denilmektedir. Birçok peygamber kavimlerini İslâm’a davet ederken, Allah (c.c.)’tan ittika etmez misiniz?’ diyerek onları, Allah (c.c.)’tan çekinip Onun korumasına girmelerini istemişlerdir.

Kur’an, ısrarlı bir şekilde ‘Allah’ fikrini, yani O’na ait ulûhiyyeti (ilâhlığı) gündeme getirir. Zaten insan için en önemli olay, yaratılışın sebebi, yaratıcının varlığı ve yaratılan insanın bu yaratıcı karşısındaki durumudur. İnsan, öncelikli olarak kendini var edeni tanımak ve O’nun razı olacağı bir hayatı yaşamaktan sorumludur. Hayatın ve nimetlerin sahibi olan Allah (c.c.), en sonunda bütün insanları ölümle beraber kendisine döndürüyor. Bu bakımdan insan başıboş değildir ve hayatın hesabını vermek üzere ölecektir. Kur’an, âlemlerin Rabbi Allah’ı bütün sıfatlarıyla, O’na en üstün yücelik ve makamlar ile tanıtıyor. Sonra da insanın bu yücelik karşısında kendine çeki düzen vermesini, kendini iyi amellerle korumaya almasını tavsiye ediyor.

İnsan, her halde kendinden yüce gördüğü ve bir makam sahibi kimselerin gözü önünde kötü ve çirkin iş yapmaktan çekinir. Bu çirkin işleri daha gizli yapmayı tercih eder. Allah (c.c.)’a kuvvetli bir imanla bağlanan kimse; O’nun her yerde kendisini gördüğünü bilen, yaptığı her şeyin kayıt altına alındığının şuurunda olan bir kişi, şüphesiz kendine çeki düzen verir, Allah (c.c.)’ın yüce makamı karşısında çekinir, yaptığı hatalardan dolayı da O’na sığınır.

İşte takvanın özünde yatan incelik bir iman ve sorumluluk duygusudur.

Şüphesiz ibadet, takvanın kendisi değil, fakat takvaya götüren davranıştır. İbadet, ilâhi emir ve yasakları yerine getirmek, takva ise zarar verecek davranışlardan sakınmaktır.

İnsan, takvaya yaklaştıkça, ittika üzerinde yaşadıkça ‘ihsan’ derecesine ulaşır. İhsan’ın, Allah (c.c.)’ı görüyormuş gibi ibadet etmek olduğunu hatırlayalım. [7]

Her ne kadar biz Allah (c.c.)’ı görmüyorsak bile Allah (c.c.) bizi görüyor, görür. Allah (c.c.) kendisinden hakkıyla ittika eden ve ihsan sahibi ‘muhsinlerle’ beraber olduğunu kullarına haber veriyor. [8]

                                            Takvanın Aşamaları

Kur’an’da takvanın üç aşamada gerçekleştiğini görmekteyiz:

a.  İman edip şirkten kurtulmak, böylece ebedi olarak cehenneme gitmekten korunmak. [9]

b. İslâm’ın emir ve yasaklarını yerine getirerek ibadet etmek ve böylece kendini azaptan korumaya çalışmaktır.

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin ve sadık kimselerle beraber olun.” [10]

“Ey iman edenler! Allah’tan ittika edin ve (sizi) Ona (yaklaştıracak) vesile arayın: Onun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa ererseniz.” [11]

c. Takvanın en üstün mertebesi, Allah (c.c.)’ın emir yasaklarını yerine getirdikten sonra, bütün benliği ile Allah (c.c.)’a dönmek ve insanı Allah (c.c.)’tan uzaklaştıracak şeylerden kaçınmaktır.    

“Ey iman edenler! Allah’tan hakkıyla ittika edin ve ancak Müslüman olarak can verin.” [12]

Şüphesiz müminler Allah (c.c.)’tan, O’nun istediği gibi, hakkıyla ittika edemezler. Bir ayet şu konuda kısa cümle getiriyor: “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan ittika edin. Dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayr (ve en büyük fayda) olmak üzere infakta bulunun!” [13]

                                               Takvanın Önemi

Kur’an, ‘takva’ olayının üzerinde çok sık durmaktadır. Bütün peygamberlerin tebliğlerinin özünde takva vardır. Zamanlar ve mekânlar değişse bile ‘takva’ emri veya takva şuuru değişmemiştir.

İslâm ümmetinden önce gelip geçen bütün ümmetlere ‘takva’ tavsiye edildiği gibi Muhammed (s.a.v.) ümmetine de ‘takva’ emredilmektedir. Yine bütün peygamberlerin kendi kavimlerine, inansınlar, inanmasınlar Allah (c.c.)’tan ittika etmeyi tavsiye ettiklerini görüyoruz. ‘Takva’ Allah’a kullukla beraber anıldığı gibi, Allah (c.c.)’a itaat etmekle veya peygambere itaat etmekle de beraber anılmaktadır. ‘Allah (c.c.)’tan ittika etmenin’ bir gereği, gönderilen elçiyi dinlemek ve ona itaat etmektir. [14]

Hatta Allah (c.c.) son Peygamberine bile ‘Allah’tan ittika et’ demektedir.

Müminler de ‘Allah’tan ittika etmekten’ sorumludurlar.

Kur’an, müminlere bir şeyi haber verdikten veya bir ilâhi hüküm bildirdikten sonra onlara ‘Allah’a ittika etmeyi’ tavsiye ediyor. [15]

Allah (c.c.)’ın koyduğu ölçüleri (şiarları) yüceltmek işi kalplerin takvasındadır. [16]

Allah(c.c.) insanlar arasındaki gerçek takva sahiplerini en iyi bilendir. [17]

İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimilerine göre soy, kimilerine göre meslekler, kimilerine göre ülkeler, kimilerine göre giyilen kıyafetler, kimilerine göre derilerin rengi ve benzeri şeyler üstünlük sebebidir. Hâlbuki İslâm’a göre bütün bunlar üstünlük nedeni olamaz.

Kur’an, en takvalı olmaya ‘etka’ demektir. O’nun üstünlük konusunda getirdiği ölçü şöyledir:

“Ey insanlar! Gerçekten, biz siz bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için halklar ve kabileler gönderdik. Hiç şüphesiz Allah katında sizi en üstün (kerim) olanınız, en takvalı (etka) olanınızdır. Hiç şüphesiz Allah âlimdir (bilendir.)” [18]    

Allah (c.c.) akıl sahibi olanları kendisinden ittika etmeye davet ediyor. [19]

Büyük müfessir Fahrettin Razi Bakara sûresinin 196. ayetini tefsir ederken takva için ‘bütün dinî ve ahlâkî ödevleri yerine getirme ve ahlâkın sakıncalı bulduğu tutum ve davranışlardan da kaçınma’ anlamını içeren bir tanım yapmıştır.

Göklerde ve yerde neler varsa hepsi Allah (c.c.)’ındır. Öyleyse ibadet yalnızca O’na yapılır ve yalnızca O’ndan ittika edilmelidir. [20]

Allah (c.c.) Rabliğini, ilâhlığını, rızk verici olduğunu, her şeyden haberdar ve her şeyi bildiğini, her şeye şahit ve gözetleyici olduğunu, hesabı çabuk gören ve cezasının şiddetli olduğunu, bu nedenle kendisinden ittika edilmesini emrediyor.

Takva sahibi olmanın gereği şu ayetle çok net bir şekilde ortaya konuluyor:

“Ey insanlar: Rabbinizden ittika edin ki (o gün hiç)bir baba çocuğu için karşılık veremez ve hiç (bir) çocuk da babası için bir şey verici değildir. Şüphesiz Allah’ın vadi haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı (lar) da sizi Allah ile aldatmasın.” [21]

                                  Takva ve Fücur Zıtlığı

Allah (c.c.), insanı düzene koymuştur ve ona hem fücuru (günah işlemeyi) ve takvayı (sakınıp korumayı) öğretmiştir. İnsan, aklını kullanarak ve ilâhi uyarıları dinleyerek fâcirlik yapmaz (günaha sürüklenmez) ve Allah (c.c.)’tan ittika eder. Ancak nefsinin isteklerine uyan veya tağutların dini üzerine giden takva’dan uzaklaşır.

Fücur, din örtüsünü yırtıp atmak, takva ise onun zıddı olarak mümini koruyan, kollayan ve tehlikelerden sakındıran bir elbisedir. [22]

Bu elbise kadar sağlam, güzel ve gösterişli olursa, insanı o kadar zararlı şeylerden korur.

                                  En Hayırlı Azık Takva

Takva aynı zamanda müminler için en hayırlı bir azıktır.

“...Azık edinin, kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden ittika edin.” [23]

                       Kur’an Takva Sahiplerini Övmektedir

Kur’an birçok ayette ‘ittika’ sahibi ‘müttakileri’ övmekte ve onlara ait güzel özellikleri sıralamaktadır. Kur’an, böylece insanları bu sıfatları kazanmaya, gerçek anlamda ittika sahibi olmaya davet ediyor. [24]

Kur’an, İslâm’ın çeşitli konulardaki hükmünü (ahkâmını) söylüyor ve bütün bunların yerine getirilmesi konusunda Allah (c.c.)’tan ittika edilmesini belirtiyor. Yahut da bu türlü ahkâmın yerine getirilmesi mü’minlere gerçek takvayı kazandıracaktır. [25]

“Allah’tan ittika edin ve aranızdaki antlaşmazlıkları düzeltin, Allah’a ve Rasulûne itaat edin.” [26]

                              Takvanın Kazandırdıkları                                 

Takva sahibi olmak dünya ve ahirette sonsuz faydalar sağlar. Allah (c.c.) takva sahibi olanların velisi (koruyucusu ve dostu) olur. [27] 

Allah (c.c.)’ın dostu (veli) olduğu kimselere korku ve hüzün yoktur, dünya ve ahirette onlar için müjdeler vardır. [28]

Allah (c.c.)’tan hakkıyla ittika edenler, iman etmeyen topluluklara verilen ceza ve sıkıntılardan kurtulurlar. [29]

Allah (c.c.) kendi yolunda sabreden ve ittika edenlere inkârcıların hilesi zarar vermez. [30]

Eğer insanlar gönderilen peygamberi yalanlamayıp iman etseler ve takva sahibi olsalar, Allah (c.c.) onlara her yönden bereket hazinelerini açardı. [31]

Rabbimiz kendisinden ‘ittika’ edenlere, hayrı ve şerri birbirinden ayıran bir nûr (bir furkan) verir. [32]

İslâm’ı doğrulayıp iman eden, sonra da takva sahibi olanlara kolay olan şeyler nasip edilir. [33]

İttika edenlere Allah (c.c.) kurtuluş yollarını, hal çarelerini ihsan eder. [34]    

Allah (c.c.) dilerse kendine ait olan yeryüzünün varisliğini ve sonucun güzelliğini takva sahiplerine verir. [35]

Hakkıyla ittika edenler Allah (c.c.)’ın rahmet ve mağfiretini (bağışlamasını) hak ederler. [36]

                                    Takvanın Ahirette Kazandırdıkları

Gerçek kurtuluşa ancak ittika edenler, müttakiler ulaşacaktır. [37]

“Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise takvaya erecekler için daha hayırlıdır. [38]

İnsan öyle veya böyle yaşar, çalışır, çabalar, bir şeyler elde etmeye uğraşır, nefsinin isteklerini karşılamaya çaba harcar, iyi şeyler yaptığını zanneder, sonunda ölür, gider. Ancak ölümden sonra en iyi sonucu, en yüce dereceyi kazanacak olanlar, ittika eden müttakilerdir. [39]

Müttakilerin varacağı Cennet yurdu ne güzel yurttur. Aklı başında olan kimseler, Allah (c.c.)’tan ittika ederler ve bu güzel yurdu kazanmaya çalışırlar. [40]

Onlara orada korku ve üzüntü dokunmayacaktır. [41]

Dünyada iken müminlerle alay edenler, kendilerinin üstün olduğunu zannederler. Halbuki Allah (c.c.)’tan ittika edenler derece bakımından çok üstündürler. [42]

Üstelik dünyada iken şirk koşmakta isyan ve inkâr etmekte dost (veli) olanlar, Ahirette birbirine düşman olacaklar. Takva sahiplerinin dostluğu ise devam edecektir. [43]

Kur’an-ı kerim, takva sahibi müminlere verilecek olan mükâfatları, Cennetin güzelliklerini, makamların yüceliğini sık sık vurgulamaktadır.

Peygamberimiz (s.a.v.) de sürekli takvayı tavsiye etmiş, kendisi her an takva ahlâkını yaşayan bir örnek olmuştur. Abdullah İbnu Amr (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.)’a: ‘En efdal (faziletli) insan kimdir?’ diye sorulmuştu. “Kalbi mahmüm (pak), dili doğru sözlü olan herkes.” Buyurdular. Ashab: ‘Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz. Mahmümu'l-kalb ne demektir?’ diye sordu. “Mahmümu’l-kalb, Allah'tan korkan tertemiz kalptir, içinde günah yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, haset yoktur.” buyurdular.’ [44]

Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ey Ebu Hureyre, verâ sahibi ol (harama götürme şüphesi olan şeylerden de kaçın) ki insanların Allah'a en iyi kulluk edeni olasın! Kanaatkârlığı esas al ki insanların Allah'a en iyi şükredeni olasın. Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev ki (kâmil) mü'min olasın. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et ki (kâmil bir) Müslüman olasın. Gülmeyi az yap, zira çok gülmek kalbi öldürür.” [45]

Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Tedbir gibi akıl yoktur. Sakınmak gibi vera' yoktur. İyi huy gibi haseb (itibar vesilesi) yoktur.” [46]

Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor: ‘Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ben bir kelime -ayet- biliyorum. Eğer insanların hepsi onu tutsaydılar hepsine kâfi gelirdi.” Ashab: Ey Allah'ın Rasûlü, bu hangi ayettir? dediler, Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve kim Allah'tan korkarsa, Allah o kimseye (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder.” [47] ayetini okudu.

O’nun şu güzel sözünü hatırlayarak konuya son verelim:

“... Allah’a karşı takva sahibi olmanızı, başınızda Habeşi bir köle olsa bile (Allah’ın indirdikleriyle hükmettiği sürece onu) dinlemenizi ve itaat etmenizi tavsiye ederim.” [48]               

Allah (c.c.)’a iman edenler, O’nun dini İslâm’ı, din ve yaşama biçim olarak seçenler, birbirlerine her şart ve durumda takva ahlâkı ile yardım ederler. Bu konuda Kur’an şöyle diyor:

“İyilik ve takva da yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın...” [49]     

Allah Teâlâ’dan duamız odur ki, bizi takvayı gerçek anlamıyla bilen ve onu kazanmaya gayret eden salih kullarından eylesin.

 



[1] Buharî, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 66-67.

[2] Bakara sûresi, 2/2–5.

[3] Tebağun sûresi, 64/16.

[4] İnsan sûresi, 76/11.

[5] Ali İmran sûresi, 3/131.

[6] Nûr sûresi, 24–52.

[7] Buhârî, Rikak 38.

[8] Nahl sûresi, 16/128.

[9] Meryem sûresi, 19/97.

[10] Tevbe sûresi, 9/119.

[11] Maide sûresi, 5/35.

[12] Ali İmran sûresi, 3/102.

[13] Tebağun sûresi, 64/16.

[14] Ankebut sûresi, 29/16.

[15] Al-i İmran sûresi, 3/186.

[16] Hacc sûresi, 22/32.

[17] Necm sûresi,53/32.

[18] Hucurat sûresi, 49/13.

[19] Bakara sûresi, 2/197.

[20] Nahl sûresi, 16/52.

[21] Lokman sûresi, 31/33.

[22] A’raf sûresi, 7/26.

[23] Bakara sûresi, 2/197.

[24] Bakara sûresi, 2/177.

[25] Bakara sûresi, 2/187.

[26] Enfal sûresi, 8/1.

[27] Casiye sûresi, 45/19.

[28] Yunus sûresi, 10/93–94.

[29] Neml sûresi, 27/52.

[30] Ali İmran sûresi, 3/120.

[31] A’raf sûresi, 7/97.

[32] Enfal sûresi, 8/29.

[33] Leyl sûresi, 92/5–7.

[34] Talak sûresi, 65/2.

[35] A’raf sûresi, 7/128.

[36] En’am Sûresi, 6/155.

[37] Maide sûresi, 5/35–100.

[38] En’am sûresi, 6/32.

[39] A’raf sûresi, 7/128.

[40] Nahl sûresi, 16/30–32.

[41] Yunus sûresi, 10/63–39.

[42] Bakara sûresi, 2/212.

[43] Zuhruf sûresi, 43/67.

[44] Ebû Dâvud, Salât: 307.

[45] Ebû Dâvud, Hâtem, 1.

[46] Ebû Dâvud, Salât: 308.

[47] Talak sûresi, 65/2.

[48] Buhârî, Ahkâm 4; Ezân 54.

[49] Maide sûresi, 5/2.