TAKDİR

 

‘Takdir’, sözlük anlamı olarak kader, ezeldeki hüküm, Allah (c.c.)’ın her şey için ezelde verdiği karar anlamına gelmektedir. Bu kelime ‘Kadere iman’, ‘Hayrı ve şerri ile kadere ve kazaya iman’ şeklinde de ifade edilmektedir. Bu kullanışlar Kur’an-ı kerim’de birçok ayette ayrı yerlerde ve farklı anlamlarda geçen ‘Kaza’ ve ‘Kader’ kelimeleri ile ifade edilmektedir. Burada önemli olan bu anlamları iyi anlamak ve her şeyin ezelde Allah Teâlâ tarafından takdir ve tayin ettiği kaderine, yani ilahî ölçüye uygun olarak kaza şeklinde meydana geldiğine inanmaktır. Çünkü İslâm inancına göre her şeyin ‘Takdir-i İlahi’ ile yani ‘İlahi Kadere’ uygun olarak yeri ve zamanı geldiğine yani yaratıldığına inanmaktır.

 

Kader, lügat anlamı ile Allah Teâlâ’nın ‘İlim’(Her şeyi bilen) ve ‘İrade’(Her şeye yapmaya muktedir) sıfatlarına; Kaza ise Allah Teâlâ’nın ‘Kudret’(Her şeye gücü yeten) ve ‘Tekvin’(Her şeyi meydana getirmeye devam eden) sıfatlarına dayanır. Yani bu sıfatlara inanmanın kesin sonucu ve gereği ‘Kaza ve Kadere iman’dır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in meşhur ‘Cibril Hadisi’ [1] de, naklî delil sayılarak ‘Kaza ve Kadere İman’ şeklinde İman Esasları arasında altıncı esas kabul edilmektedir.

 

Bunun içindir ki her şey ‘İlahî bir ölçü’ye bağlı olarak ezelde takdir ve tayin edilmiştir. Örneğin; buğday tohumu veya hurma çekirdeği kendilerine özgü öyle bir ölçü ve belirli özelliklerle takdir ve tayin edilmiştir ki birincisinden yalnız buğdayı, diğerinden yalnız hurma ağacı yetişir, başka bir şey yetişmez. Her nebatın, her ağacın veya her hayvanın tohumu da öyledir. O halde kader; bu âlemin ve ondaki bütün her şeyin ilahî hikmete göre yaratılmasında ve varlığın devamında esas olan ‘İlahi bir ölçü, İlahi bir kanun’dur. Kader kelimesi Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz biz, her şeyin mahiyetini beli bir ölçüye (kadere, ilahî takdire) göre yarattık.” [2]

 

“…(Allah) her şeyi yaratmış ve her birisine belirli bir nizam vererek onun kaderini takdir ve tayin etmiştir.” [3]

 

Yani yaratılacak varlıkların bütün özelliklerini, zamanını veya yerini, Hak veya batıl, hayır veya şer, sevap veya ikap olacağını ezelde tayin tespit etmiştir. İnsan, bütün bunlara inanmalıdır.

 

Kaza ise bir şeyi sonuna kadar getirerek hükme bağlama, yani onun sözle ve hareketle tamamlanması, fiillerin zamanında yaratılmasıdır. Kur’an-ı Kerim’de yerine göre ‘emri hüküm, ilan beyan’ özellikle ‘yaratma’ manasında kullanılmaktadır. “Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ‘kaza etti’ emretti (öyle hükmetti).” [4] 

 

Aynı zamanda Allah (c.c.)’ın emri ve hükmü manasında geçmektedir. “Bunun üzerin onları (Allah) yedi gök olmak üzere iki günde yarattı (kaza etti).”  [5] Yani kaza, ‘herhangi bir şeyi sona erdirip varlığını tamamlamak’ anlamındadır.

 

‘Müslüman’ın Amentüsü’nde yer alan kaza ve kader inancı Buharî ve Müslim’in yukarıdaki rivayetinde yer alan ‘Cibril Hadisi’nde, ‘Kadere İman’ iman esasları arasında, aynen açıklanmıştır. Rivayete göre bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.) mescitte sahabe ile otururken, insan suretinde gelen Cebrail (a.s.), ‘İman, İslâm ve İhsan’ın manasını Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sormuş ve her sorunun sonunda ‘Sadakte’ diyerek doğruluğunu tasdik etmiştir. ‘İman nedir?’ sorusuna Rasûlullah (s.a.v.): “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmaktır, (ayrıca) hayrı ve şerri ile kadere iman etmektir.” [6] buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif, kaza ve kadere iman etmemiz gerektiğini ifade etmektedir.

 

Kaza ve kadere inanması gereken insan, kâinattaki varlıkların en olgunu ve en şereflisidir. Çünkü bu âlemdeki sayısız canlı ve cansız varlıkların hepsi insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb’ını (c.c.) bilmek ve tanımak, O’na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır. Bu sebeple Allah Teâlâ, insana her türlü güzel vasıflar yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan akıl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı birçok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesp etmek (kazanmak) kudretine sahiptir.

 

İslâm nazarında insan, yaratılanların en şereflisi ise de, her yaratılan gibi noksan ve sınırlıdır. Çünkü mutlak mükemmellik Allah (c.c.)’a mahsustur. Fakat insan hayvanlarda olduğu gibi irade ve ihtiyardan, seçme gücü ve isteme yeteneğinden tamamen yoksun bir varlık da değildir. Çünkü bilinen bir gerçektir ki insan, bazı işleri dilerse yapıyor, dilerse yapmıyor. O halde insanın kendine mahsus cüz’î bir kudreti, irade ve seçme gücü vardır. Bu sebepledir ki insan yaptığı iyi ve faydalı, kötü ve zararlı bütün işlerden sorumludur. Bu sebeple insan karşılaşacağı olaylarda cüz’î iradesini kullanacak karar verecek, istişare edecek ve tevekkül edecektir. Kendi dışında cereyan eden olayların olduğuna ve her şeyin belli bir miktar, gaye sebebiyle yaratıldığına iman etmelidir.

 

“Takdir-i Hüdâ kuvve-i bâzu ile dönmezyani ‘Allah (c.c.)’ın takdiri kol kuvveti ile değişmez’ manasındaki beyitte de ifade edildiği gibi insan, takdire boyun eğmek zorundadır. Bu anlayış ‘rüzgârın önündeki yaprak misali’ nereye savurursa ben da oraya savrulurum, düşüncesi değildir. İnsanın cüz’î iradesini kullanarak karar alması, uygulamaya koyması, azm etmesi, istişare etmesini de içine almaktadır. Bazı şeyler vardır ki, biz onların yaratılmasındaki hikmet ve maksadı kavrayamayız ve onları şer kabul ederiz. Halbuki onlar sebebiyle sonunda birçok fayda ve kazançlar doğar. Bunun misalleri çok defa görülebilir, bazen başa da gelebilir. Nitekim bu konuda Kur’an-ı kerim’de şöyle buyruluyor: “Kerih gördüğünüz (hoşunuza gitmeyen) bir şey belki sizin için hayırlıdır. Sevdiğiniz bir şey de sevip (istediğiniz halde) belki sizin hakkınızda şer olur. (Çünkü hakikati) Allah bilir, siz bilemezsiniz.[7]

 

Bu durum insanın irade ve kudreti dışında kalan fıtri ve tabi hadiselerle ilgili olan kaza ve kaderdir ki, bunlar aynen ve mutlaka taalluk eder. Örneğin; hayat ve ölüm, fırtına, sel, deprem gibi hadiselerin meydana gelmesi, kâinattaki güneş ve ay gibi varlıkların devamı kıyametin koması gibi.  Bu olaylar insan irade ve ihtiyarı dışında cereyan eden olaylar olduğu için korunmaya çalışmalı ve takdire sığınmalıdır.

 

 



[1] Buharî, El-Kader; Müslim, El-İman.

[2] Kamer sûresi, 54/49.

[3] Furkan sûresi, 25/2.

[4] İsra sûresi, 17/23.

[5] Fussilet sûresi, 41/12.

[6] Buhari, Kader; Müslim, İman.

[7] Bakara sûresi, 2/216.