ŞAKA (Mizah)

 

Şaka’,  dostluğu kuvvetlendirmek, eğlenmek ve bazı gerçekleri daha hafif bir tarzda ifade eden sözler söylemek demektir. Mizah kelimesi ile de ifade edilir.

 

Peygamber Efendimiz, Allah (c.c.)’ın elçisi olması nedeniyle ciddi, vakarlı, ağırbaşlı ve heybetli bir insandı. O’nun bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, bunu gerektiriryordu. Ancak her haliyle o da bir insandı. Hem de çok cana yakın bir insandı. İnsanlar O’dan kaçmıyor, aksine O’na koşuyorlardı.

 

O, herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimiz (s.a.v.)’e yaklaşamazlar, O’na soru bile soramazlardı.

 

Zaten insan her zaman ciddi ve ağır konuları konuşamaz. Bazen ortamın yumuşatılması ve insanların rahatlatılması gerekir.    

 

Herkes gibi Peygamberimiz (s.a.v.) de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır.

 

Ebû  Hureyre (r.a.)’nin rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

 

“Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile olsa gereksiz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mümin olamaz.” [1]

 

Peygamberimiz (s.a.v.) bir yandan yeri geldikçe şaka yaparken, diğer yandan da sahabelerin yersiz ve uygunsuz şaka yapmamaları konusunda onlara uyarıda bulunurlardı:     

“Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir söz verip de tutmamazlık etme.”

 

Etrafındakiler sordular:

- Ya Rasûlallah!, siz de şaka yapıyorsunuz.

 

Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle cevapladı:

 

“Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece gerçeği söylerim.[2]

 

Bunun yanında, Peygamberimiz (s.a.v.) insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, ‘işletme’ gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Gereksiz ve yersiz şakalar yapmazdı. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. O’nun çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) çocukları çok severdi. Onlarla ilgilenir, sevindirirdi. Çocuklar Peygamberimiz (s.a.v.)’den hiç kaçmazlar, O’nerede görseler hemen yanına gelirler, çevresini sararlardı.

Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor:

 

‘Peygamber Efendimiz insanların en güzel ahlâklısı idi. Benim Ebû Umeyr adında küçük bir kardeşim vardı. Peygamberimiz (s.a.v.) bizim eve gelerek onu gördüğünde,

 “Ebû Umeyr’i  üzgün görüyorum, sebebi nedir?” diye sordu. Baba:

- Ya Rasûlallah, oynadığı Nugayr kuşu öldü, dedi.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ebû Umeyr’i ne zaman görse;

Ebû Umeyr ne oldu senin Nugayr ?”  [3] diye takılırdı.

 

Hz Enes (r.a.)’in kendisi de Peygamberimiz (s.a.v.)’in hizmetine on yaşlarında iken girmişti. Bir defasında Efendimiz (s.a.v.) kendisine:

“Ey iki kulaklı adam!  [4] diye takılmıştı.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) aile içinde mükemmel bir eş, şefkatli ve sevimli bir babaydı. Zaman zaman eşleriyle şaka yapar, onlarla olan samimiyetini geliştirirdi. Hz Aişe (r.a.) genç ve zeki bir hanım olduğu için Peygamberimiz (s.a.v.) ona ayrı bir ilgi gösterdi. Hazreti Aişe (r.a.) anlatıyor:

‘Ben zayıf, ince belli, genç bir hanımdım. Bir seferde Peygamberimizle birlikte bir yolculuğa çıktım. Peygamberimiz (s.a.v.) bir yerde sahabilere:

“Siz ilerleyin! dedi. Onlar gidince ikimiz arkada yalnız başına kaldık. Bana:

“Gel seninle yarışalım! dedi ve koşmaya başladık. Ben kendisini geçtim.

Aradan birkaç yıl geçmişti. Yine onunla birlikte bir yolculukta iken bir yerde sahabilere:

“Siz ilerleyin! dedi ve ikimiz yalnız kaldık.

 

“Gel yarışalım!” dedi. O zamanlar ben kilo almıştım. Önceki yarışmayı da unutmuştum. Koşmaya başladık. Fakat bu sefer de o beni geçti. Gülümseyerek:

“Bu sefer ki benim seni geçişim, o gün beni geçişine bedel olsun.[5] buyurdu.

    

Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir lâtifesini de Numan bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor:

 

‘Bir gün Hz. Ebu Bekir (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v)’in huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Hz. Aişe (r.a.)’nin Efendimiz (s.a.v.)’e yüksek sesle konuştuğunu işitti.

‘Rasûlullah’a sen nasıl bağırırsın?’ diye elini kaldırarak Hz Aişe (r.a.)’ye bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz (s.a.v.) bırakmadı. Hz. Ebu Bekir (r.a.) kızgın olarak evden ayrıldı. Hz. Ebu Bekir (r.a.) çıktıktan sonra Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Aişe’ye “Gördün mü, seni nasıl kurtardım babanın elinden. buyurdu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) tekrar izin isteyerek Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna girdi. Bu sefer Efendimiz (s.a.v.) ile kızı Hz. Aişe (r.a.)’yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimiz (s.a.v.)’e dönerek şöyle dedi:

‘Beni nasıl kavganıza kattıysanız barışınıza da katar mısınız?’ Peygamberimiz:

“Kattık, kattık!  buyurdu. [6]

 

Peygamberimizin aile içinde şöyle bir lâtifesi de olmuştu:

Adamın biri Peygamberimiz (s.a.v.)’in amcası oğlu Abdullah bin Abbas’a sordu.    

- Peygamber Efendimiz şaka yapar mıydı?

- Evet, yapardı, cevabını alınca:

- Şakalarından bir örnek verir misiniz? Dedi.

Bir gün hanımına bol bir elbise giydirdikten sonra:

“Güle güle giy, Allah’a şükret ve gelinler gibi yerde sürü! diye takıldı.

        

Enes (r.a.): “Rasûlullah, hanımlarıyla beraber olduğu zaman insanların en hoşu ve en şakacısıydı.[7] Demiştir.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, kalplerini kazanırdı.

 

Enes bin Malik (r.a.) anlatıyor:

Bir gün adamın biri Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi. Peygamberimiz (s.a.v.) ona, “Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?diye takıldı. Adamcağız:

- Ya Rasûlallah ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım? Dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gülerek:

“Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?”  [8] buyurdu.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in dadısı ve Zeyd bin Hârise’nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve O’nu evine davet eder:

- Ya Rasûlallah, beyim sizi davet ediyor.

“O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?” buyurdu.

- Beyimin gözlerinde beyazlık yok, Ya Rasûlallah, dedi.

“Evet, gözlerinde beyazlık var” Buyurdu.

- Vallahi yok, Ya Rasûlallah. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):         

“Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın.” buyurdu.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in buna benzer bir lâtifesini Hasan-ı Basri Hazretleri rivayet ediyor.

 

Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelerek:

- Ya Rasûlallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?’ dedi.

Peygamber Efendimiz:

“Yaşlı kadınlar Cennnete giremez” diye ona takıldı.

Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.

Peygamberimiz sahabilere:

“Gidin ona söyleyin, ‘Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin. Cenâb-ı Hak, “Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık.” [9] buyurmuyor mu?”  [10]

 

Peygamberimiz (c.c.)’in bir başka lâtifesini de Enes bin Malik anlatıyor:

‘Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimiz (s.a.v.)’e her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:

“Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) Zahir’i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel görünümlü değildi. Fiziki olarak son derece çirkin bir adamdı. Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gitti, sessizce yaklaştı, Zahir’i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı. Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. ‘Tutan kimse bıraksın’ diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz (s.a.v.) olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimiz (s.a.v.)’in göğsüne iyice dayamaya başladı. Zahir’in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:

“Bu köleyi satıyorum, var mı alan?” diye seslenmeye başladı.

Zahir boynu bükük, mahzun bir halde:

- Ya Rasûlallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz, deyince Peygamber (s.a.v.):

“Hayır ya Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin!” buyurdu.

 

Avf bin Malik (r.a.) anlatıyor:

‘Tebük savaşında Peygamberimiz (s.a.v.)’in huzuruna gittim. Deriden yapılmış bir çadırın yanındaydı. Kapıdan selâm verdim. Selâmımı aldı ve bana:

“Buyur, gir!” dedi.

- Bütün vücudumla mı gireyim? Dedim.

“Bütününle gir!” dedi ve ben de çadıra girdim.

 

Çadır küçük olduğu için Avf şakayla, ‘bütün vücudumla mı gireyim’ demişti. Böylece Peygamberimiz (s.a.v.) şakaya şakayla karşılık vermişti.

 

Bütün sahabelerin şahit olduğu bir şakaya daha yer verelim:

Sahabelerin içinde Nuayman adında çok şakacı birisi vardı. Yaptığı şakalar bazen aşırıya kaçardı. Fakat yine de Peygamberimiz (s.a.v.) onu anlayışla karşılardı. Bir gün çölde yaşayan bedevi Araplardan birisi Peygamberimiz (s.a.v.)’i ziyarete gelmişti. Devesini Mescidin avlusuna bağlayıp içeri girmişti.

Sahabilerden birisi deveyi görünce Nuayman’a:

 

‘Şu deveyi kessen de etini yesek, eti çok özledik. Nasıl olsa Peygamberimiz (s.a.v.) devenin parasını ödeyecektir.’ Dedi.

 

 Nuayman da itiraz etmedi ve deveyi yere yatırdı, kesti ve başladı yüzmeye.

Devenin sahibi Peygamberimiz (s.a.v)’in huzurundan çıkınca bir de ne görsün, devesinin derisi yüzülüyor.

- Eyvah! Devemi kesmişler, diye feryat etmeye başladı.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dışarı çıktı.

“Bunu kim yaptı?” diye sordu.

- Nuayman yaptı, dediler.

 

Nuayman kaçmıştı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Nuayman’ın peşine düştü, aramaya koyuldu. Sonunda Duabaa adında bir kadının evinin bahçesinde buldu. Nuayman evin avlusundaki çukura girmiş, üzerini de hurma ağacı yaprağı ile örtmüştü ve kendisini gizlemişti.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) eve girince birisi bir taraftan yüksek sesle:

‘Biz onu görmedik’ diyor, bir taraftan da parmağıyla Nuayman’ın saklandığı çukura işaret ediyordu.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) gitti, onu çukurdan çıkardı. Nuayman’ın yüzü gözü toz toprak içinde kalmıştı. Peygamberimiz (s.a.v.) sordu:

“Niçin böyle yaptın?”

Nuayman:

- Ya Rasûlallah, size burada olduğumu söyleyenler yaptırdılar bana.’

Peygamber Efendimiz bir yandan Nuayman’ın yüzünü gözünü siliyor, diğer yandan da gülüyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) daha sonra deve sahibine devesinin parasını ödedi ve işi tatlıya bağladı. [11]

 

Rasûlullah (s.a.v.) Nuayman’ı hep gülerek karşılar ve ona hiç kızmazdı. Hatta onunla karşılaşınca kendini gülmekten alamadığı olurdu.

 

                                                             Şakanın Zararları

 

Şakalaşma insanlar arasında sevginin yayılmasını sağladığı gibi aşırıya vardığında olumsuz sonuçlar doğurduğu ve hatta dargınlık ve kavgalara bile neden olduğu görülmektedir. Bunun için şaka yapanlar, şaka yaptıkları kişinin psikolojik durumunu çok iyi düşünerek yeri ve zamanının da seçerek şaka yapmalıdırlar. Maverdî şakanın zararlarını şöyle sıralamaktadır:

1.   Şaka, insanı hukuktan uzaklaştırır. Şaka yapılan kişinin kişilik hakları zarar görür.

 

2.   Şaka yapan, şaka yaptığı kişiye eziyet etmiş olur. Bu da ilişkilerin kesilmesine bile neden olabilir.

 

3.   Şakada çoğu zaman abartma vardır. Bu da yalanın bir türüdür.

 

Şair diyor ki:

Şakanın başlangıcı tatlıdır,

Fakat sonu düşmanlıktır.

      

Said b. As, oğluna öğütlerinde şöyle demiştir: ‘Şakalaşmayı sınırlı tut. Çünkü bunda ileri gitmek insanın değerini yitirir. Akılsızların senin üzerine gelmesine neden olur. Burada hata yaparsan dostların ve arkadaşların senden uzaklaşır.’ [12]



[1] Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İ. Canan, 15/209-210.

[2] Tirmizi, Birr.

[3] Buhari, Edeb; Müslim, Adab; Tirmizi, Birr.

[4] Tirmizi, Birr; Ebu Davud, Edeb.

[5] Ebu Davud, Edeb; İbn Mace, Cihad;Ahmed b.Hanbel,II.

[6] İbn Hanbel, Fezail I,75.

[7] Ebu Davud; İbn Mace; Ahmed b. Hanbel.

[8] Tirmizi,Birr; Ebu Davud, Edeb.

[9] Vakıa sûresi, 56/35-36.

[10] Tirmizi, Şemail.

[11] Müslim; İbn Mace.

[12] Edebü’d-Dünya ve’d-Din, Maverdi, s.297-299.