SELÂMLAŞMAK  

  

‘Selâm’, esenlik, ferahlık, güvenlik, rahmet ve bereket gibi insana mutluluk veren bütün iyiliklerin tamamının birlikte bir insan üzerinde olması demektir.

 

Selâm, Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden biridir. Selâm, İslâm’ın sevgi ve rahmet kapılarının anahtarıdır. Müslüman gönüllerdeki sevgi hazinelerine bu anahtarla girilir. Allah (c.c.)’ın rahmet ve mağfiret deryalarına bu gemi ile dalınır. Selâm, Müslümanların bir diğeri üzerindeki karşılıklı haklarından biridir.

   

Allâh Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de selâmlaşmaktan ve selâmın faziletlerinden şöyle bahseder:

“Ey iman edenler, kendi evlerinizden başka evlere izin istemeden ve (ev) sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” [1]

 

Yine aynı konuda,”Bir selâm ile selâmlandığımız zaman, ondan daha güzeli ile selâmı alın veya onu ayniyle karşılayın. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını hakkiyle arayandır.” [2]

    

Müslümanın önemli ahlâkî, toplumsal ve sosyal görevlerinden birisi de gerek akraba, dost ve tanıdıkları ve gerekse tanımadığı diğer müslüman kardeşleriyle karşılaştığı veya bir topluluğun yanına girdikleri zaman, Allah (c.c.)’ın selâmı, yardımı, bereketi, ihsanı ve esenliği sizin üzerinize olsun, anlamına gelen “Esselâmü Aleyküm” diyerek selâm vermek; kendisine selâm verilen kimselerin de “Ve Aleykümü’s-Selâm” veya “ve Aleykümü’s-Selâm ve Rahmetullah” veya “ve Aleykümü’s-Selâm ve Rahmetullahi ve Berekâtuhu” diyerek daha güzelini ilave ederek selâmlarını almaktır.

 

İnsan topluluklarının hemen bütününde, insanlar birbirleriyle karşılaştıkları zaman görüşmeye ve konuşmaya başlangıç olarak bir kısım kelimeler ve deyimler kullanır veya bir takım hareketler yapar ve ardından asıl konuya geçerler. Bu bir anlamda, kısaca insanların birbirini karşılama ve kabul törenidir. İslâm dininde bunun adı, ‘Selâmlaşmak’ veya selâm vermek, almaktır.

 

Ebû Hureyre (r.a.)’nin naklettiği bir Hadîs-i Şerif’e göre, Peygamberimiz (s.a.v.)  şöyle buyurur: “Allâh’ü Teâlâ, Âdem (a.s.)’i yarattığı zaman.’Git sen oturan meleklere selâm ver, senin selâmını nasıl karşılayacaklarını dinle. Zîra onların karşılığı senin ve senden sonrakilerin selâmı olacaktır’ buyurdu. Bunun üzerine Hz.Âdem (a.s.),”Esselâmü Aleyküm”dedi, melekler de “Esselâmu Aleyke ve Rahmetullah” diye karşılık verdiler. “Ve Rahmetullah” kelimesini ilâve ettiler.” [3]

 

Selâmlaşma konusunda gerek Kur’ân ayetlerinde ve gerekse Hâdîs-i Şerif’lerde ısrarla ve önemsenilerek durulmakta, selâmlaşmanın nasıl yapılacağı öğretilmekte ve müslümanların selâmlaşmasına özel bir ağırlık verilmektedir. Çünkü İslâm, öncelikle kendi bünyesinde barış ve huzur toplumu hedeflemekte ve müslümanların birbirini tanıyan, seven, sayan, haklarını gözeten ve birbirinin yardımına koşan bu mutlu toplumun bireyleri olmasını istemiştir.

 

Müslümanlar birbirlerine selâm verdikçe, Cenâb-ı Hakk’ın nuru, feyzi, rahmeti, bereketi onların üzerlerinde tecellî eder. Bundan dolayı da aralarında ülfet, muhabbet (sevgi), tesânüd (dayanışma) hayır ve bereket, mutluluk ve esenlik doğar. Allah (c.c.) ‘ın adının anılmadığı yerde ise hayır ve bereket olmaz.

 

Başka bir Hadîs-i Şerif’te şöyle buyuruluyor: Sizler im”an etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. Onu yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız” [4]                                       

 

Selâmı önce vermek Allah (c.c.) katında daha faziletlidir. Resûlullah (s.a.v.): “İnsanların Allah katında en makbul olanı, önce selâm verenlerdir buyurarak bunun önemine işaret etmişlerdir. [5]

        

Yine selâmın veriliş şekli de Peygamber efendimiz tarafından özellikle vurgulanmıştır. Verilen selâma daha güzeliyle cevap verilmesi gerektiğini Yüce Rabbimiz emretmiş[6] peygamber efendimiz de selâm verme şeklimizin Rabbimiz katında değerini şu hadis-i şeriflerinde belirtmiştir. İmrân İbnu Husayn (r.a.) anlatıyor:

Biz Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında iken bir adam gelerek selâmı verdi ve:

‘Esselâmu aleyküm!’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) selâmına mukabele etti. Adam da oturdu. Rasûlullah (s.a.v.);

“On (sevap kazandı!)” dediler. Sonra birisi daha geldi.

‘Esselâmu aleyküm ve rahmetullâhi!’dedi. Rasûlullah (s.a.v.) onun da selâmına mukabele etti. Adam oturdu. Rasûlullah (s.a.v.):

“Yirmi!” dediler. Sonra biri daha geldi ve:

‘Esselâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhu” dedi. Rasûlullah, selâmına mukabele etti, adam  da oturdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sefer:

“Otuz!” buyurdular.’[7]

 

Herhangi bir araçta olanın yaya yürüyene, yürüyenin oturana, yukarıdan aşağı gelenin, aşağıdan yukarıya gidene, azlık çokluğa, arkadan gelen önden gidene, gençlerin yaşlılara, babanın çocuklarına ve eşine selâm vermesi de Rasûlullah (s.a.v.)’ın adetlerindendir.

 

Hadîs-i Şerif’te: “Ailenizin yanına girdiğiniz zaman selâm verin ki, size ve ev halkına bereket olsun! buyurulmaktadır. [8]

 

Her türlü iyilik ve esenliğin birbirimizin üzerine olmasını dilemek ve bunu karşı tarafa Allah (c.c.)’ın istediği deyimlerle bildirmek olan selâmlaşmayı hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir.

 

Müslümanların tamamı kardeş oldukları için birbirlerini ister tanısın, ister tanımasın, birbirleriyle karşılaştıklarında veya iletişim araçlarıyla görüştüklerinde Allah (c.c.)’ın istediği ve Peygamber (s.a.v.)’in uyguladığı şekilde selâmlaşırlar. Topluluklar karşısında konuşurken veya medya programlarında da söze yine selâm ile başlamak gerekir.

 

Bir topluluktan veya bir buluşmadan ayrılırken de orada kalanlara selâm vermek sünnettir. Hadîs-i şerif’te: “Sizden biriniz bir topluluğa girdiğiniz vakit selâm versin. Ayrılmak istediği zaman da yine selâm versin. Bunlardan ilki sonuncusundan daha gerekli değildir.” [9] İşte bunun içindir ki Müslümanların ‘Peygamber Ocağı’ diye adlandırdıkları ordumuzda, ast konumundaki askerler üst konumundakilerin yanına vardıkları zaman selâm verdikleri gibi ayrılırken de selâm vererek ayrılırlar. Bu davranış, aynı zamanda bir disiplin ve dinamizmin de göstergesidir.

 

Selâm vermek ve almak çok önemli bir ahlâk, disiplin ve iletişim olayı olduğu için, dünyanın en düzenli ve disiplinli ordularından biri olan bizim silahlı kuvvetlerimizde, emniyet teşkilâtımızda, okullarımızda ve kurumlarda o kurumun bireyleri karşılaştıkları zaman belli kurallar ve şekillerde birbirlerine selâm verir ve alırlar.

 

Uzaktaki birisine selâm göndermek, ulaştırmak veya gelen selâmı almak da sünnettir.

 

Aynı hava koridorunda karşılaşan iki uçak pilotunun yerden binlerce metre yüksekte selâmlaşmasından, internette elektronik olarak karşılıklı sohbet yapan insanların selâmlaşma ve tanışmalarına kadar bütün selâmlaşmalar insanlara kısa süreli de bir mutluluk vermektedir. Elbette bunu Allah (c.c.)’ın istediği şekilde yapmakta insanlarımız için kısa ve uzun vadede sayısız yararlar vardır.

 

Selâm, Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biridir. Her türlü belâ ve afetten, her türlü eksiklikten, her fenâ (yok olma) ve zevalden salim ve münezzeh olan Allah Teâlâ’nın (Es Selâm) ismidir. Bunun için Müslümanlar Abdu’s-Selâm (Selâm’ın kulu) ismini çocuklarına isim olarak da verirler.

 

Selâm, aynı zamanda cennet bahçelerinden birinin adıdır. Bu bahçenin adı ‘selâm yurdu’ anlamında ‘Dâru’s-Selâm’dır.

 

Selâm, kelime ve söz olarak çok kısa olmasına rağmen anlamı çok olduğundan, gönüllerdeki kini, şiddeti, kızgınlığı söndürüp bunun yerine ülfet, ünsiyet ve sevgi yerleştiğinden dolayı çok kolay gerçekleşen bir dini törendir.

   

Selâm, aynı zamanda bir zikirdir. Selâmla birlikte Allah (c.c.)’ın ismi anılmaktadır. Bu da Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmaya, büyük mükâfat ve sevaba vesile olmaktadır.

 

Selâm, kültürümüzde, sanat ve edebiyatımızda lâyık olduğu yeri almış, binlerce şiir, öykü, roman, tiyatro ve diğer eserlerde sayısız olayda ifadesini bulmuştur.

 

Büyük şair ve Allah (c.c.) dostu Yunus Emre de dünyaya veda şiirinde şöyle demişti:

 

Şu dünyadan gider oldum,              Ben gideyim gelen gelsin

Kalanlara selâm olsun,                    Şu dünyada kalan kalansın,

Acep halim n’olur? Diye                 Ahret hakkım helal olsun,

Soranlara selâm olsun.                     Diyenlere selâm olsun.

 

Selâm, Allah (c.c.)’ın ve Rasûlü’nün (s.a.v.) bildirdiği şekilde verilip alındığı müddetçe selâmdır. Yoksa bir kısım müslümanların kullandıkları merhaba, günaydın, iyi günler, iyi akşamlar, hayırlı sabahlar, iyi geceler gibi kelime veya deyimler kısa bir zaman dilimi için iyilik dileği bildirdiklerinden dolayı hiçbir zaman İslâm’daki geniş anlamlı Selâm’ın yerini tutamazlar.

   

İslâm, hangi ırk, cins ve renkte olursa olsun herkese ve kıyamete kadar bütün zamanlara hitap eder. Bu sebeple selâm, İslâm’ın da, Allah’a (c.c.), Resul’üne ve O’nun getirdiklerine inanan bütün müminlerin selâmıdır. Uzakdoğu’da, Japonya’da ve Endonezya’daki bir Müslüman, batıda Amerika’daki bir Müslümanla veya Kırım’daki bir Müslüman,  Güney Afrika’daki bir Müslümanla karşılaştığı zaman aynı selâmı vermektedir. Evrensel din olmanın doğal gereği de budur.

        

Gayrimüslimlerden gelen selâma da verilecek karşılık Peygamber efendimiz tarafından şöylece belirlenmiştir:

 

Hz. Enes (r.a.), Rasulullah (s.a.v.)'ın şu sözünü nakletmiştir:

“Ehl-i Kitap size selâm verince onlara "Ve aleyküm" diye cevap verin.” [10]

 

 

Selâma karşılık veremeyecek durumda olanlara selâm vermek mekruhtur.

 

Yemek yiyene, Kur’ân okuyana, hutbe dinleyene selâm verilmemelidir. Ayrıca işlediği günahları açıkça söylemekten çekinmeyen fâsık kimselere de selâm vermek mekruhtur.                                                      

                

..... Ve selâm hidayet üzerine olanlara olsun.              

 

 

 

                                                                                                                                                          

 

 



[1] Nûr sûresi, 24/27.

[2] Nisâ sûresi, 4/86.

[3] Buharî, İsti’zan; Müslim, Cennet.

[4] Tâc Tercümesi, 5/720.

[5] Tâc Tercümesi, 5/722.

[6] Nisâ Sûresi, 4/86.

[7] Ebu Davut,Edeb; Tirmizi, İsti’zan.

[8] Tâc Tercümesi, 5/727.

[9] Tâc Tercümesi, 5/744.

[10] Buharî, Müslim,Tirmizî, Ebu Davud.