RİBAT

 

‘Ribat’, sözlükte bağ, nöbet yeri anlamındadır.

 

Bu kökten türeyen ‘rabıta’, ‘murabıt’, ‘irtibat’, ‘rabıt’ gibi kelimeler farklı anlamlarda kullanılmaktadır.

 

‘Rabıta’; bağ, bağlantı, bağlamak, düşmanla karşılaşmaya hazır olmak gibi manalara gelir.

 

Rabıtanın türediği fiil, sözlükte, bir şeyi bağlamak, birinin kalbine sabır vererek kuvvetlendirmek, kalbi cesur olmak, korku anında cesaretli olmak demektir. Nitekim Arapça’daki ‘rabete’ fiili, Kur’an’da bu anlamda birkaç yerde geçmektedir:

“Musa’nın annesi ise, yüreği boşluk içerisinde sabahladı. Eğer, müminlerden olması için kalbi üzerinde (sabrı ve dayanıklılığı) pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse O’nu (Hz. Musa’nın durumunu) açığa vuracaktı.” [1]

 

‘Ribat’, bir işe sarılıp devam etmek, düşmana karşı savaş atları (veya savaş malzemeleri) hazırlamak ve sınırı düşmana karşı korumak için beklemek demektir.

 

“Onlara karşı gücünüzün yettiği kuvvet ve ribat atları (cihad malzemeleri) hazırlayın...” [2]

 

Buradaki ‘ribat’, hem savaş için dayanıklı olmayı, hem de savaş için gerekli malzemeyi hazırlamayı ifade etmektedir. Eğer müminler, düşmanlarına karşı hazırlıksız olurlarsa, düşmanların saldıracakları gediklerde, sınır boylarında nöbet tutmazlarsa, yani her an saldırı olacakmış gibi hazırlıklı olmazlarsa; düşmanları onları gafil avlarlar ve onlara zarar verebilirler.

     

‘Ribat’, aynı zamanda ibadete sarılmak, ibadete devam etmek, gönlü ve duyguları en içtenlikli bir şekilde ibadet şuuruna bağlamak demektir. Mümin her an ibadete hazırdır, ibadetinde süreklidir. O böyle yapmakla, düşmanlara karşı kendini korumuş olur, imanını koruma altına almış olur. Müslümanların sınır boylarında onların vatanlarını, ırzlarını ve dinlerini korumak için düşmanlara karşı hazırlıklı olan İslâm askeri gibi, o da imanın yeri olan kalbinin kapısında imanı tehlikeye düşüren tehlikelere karşı ‘ribat’ yapar, nöbet tutar, hazır olur, ibadetine sürekli dikkat eder.

  

Türkçe’de bağ anlamında kullanılan ‘irtibat’, aslında saldırgan düşmana karşı hazır olmak demektir. Bu kelime elbette bir şeyle bağ ve bağlantı kurmak anlamına da gelmektedir.

 

Ribat veya rabıta bir âyette şöyle geçmektedir:

“Ey iman edenler! Sabredin, sabretmekte direnin (veya yarışın), ribat yapın (cihada hazırlıklı olun) ve Allah’tan hakkıyla sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” [3]

 

Tasavvufçular bu ayette geçen ‘rabitû’ (ribat yapın) emrini, ‘rabıta yapın’ şeklinde yorumlarlar. Onlara göre rabıta, müridin (tasavvuf yoluna giren) şeyhini ( yol gösterici) düşünerek, kalbinden dünyayı çıkarması, şeyhi aracılığıyla kalbini Allah (c.c.)’a ve Peygamber (s.a.v.)’e bağlamaya çalışması demektir.

 

Onlara göre mürit sürekli Allah (c.c.)’ı düşünmelidir, O’nunla bağ kurmalıdır. Bunu tek başına başaramazsa şeyhiyle bu bağı (rabıtayı) kurar. Rabıta anında diz üstü çöker, gözlerini yumar ve şeyhini hayal ederek, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile ve Allah (c.c.) ile manevi bağ kurmaya çalışır.

 

Ancak yukarıdaki ayete ve bu ayetin tefsirlerine baktığımız zaman böylesine bir ‘rabıta’nın kastedilmediği kolaylıkla anlaşılır. Ayette geçen sabretmek ve müsabere yapmak (sabretmekte direnmek), ribat yapmak bir yönüyle cihatla, bir yönüyle de imanı korumakla, ibadette sabretmek ve Allah (c.c.)’tan hakkıyla sakınmakla ilgilidir.

 

‘Rabıta’, ribat, murabıt’ daha çok birer ‘cihad’ terimidir. Bu, hem dış düşmanlara karşı hem de imanın iç düşmanlarına karşı bir cihad anlayışını kapsar.

 

Ayette geçen sabır; nefsi kendisinde bulunan zorluklara katlandırmaktır. Musabere ise, nefsi hem kendisindeki hem de kendi dışındaki zorluklara katlandırmaktır. Örneğin hastalık nefsin kendisindendir. Hastalığa dayanmak sabırdır. Allah yolunda çalışmak ise nefsin dışındaki bir zorluktur. Nefsin o zorluğa katlanması ise ‘musabere’dir. Ayette hem sabredin, hem de sabretmekte direnin, yani ‘musabere’ edin bu anlamdadır.

 

‘Ribat’, bir anlamda nefsi güzel şeylere yöneltmektir. Güzel işlerin başında Allah yolunda mücadele için hazırlık yapmak, Allah yolunda cihat etmek ve nöbet beklemek, nefsi namaza ve diğer ibadetlere bağlamaktır.

 

Ribat yapmanın faziletini Peygamberimiz (s.a.v.) bildirmektedir.

Cabir b. Abdullah (r.a) diyor ki: Peygamberimiz (s.a.v) bize şöyle dedi:

“Size, yaptığınız zaman hatalarınızı giderecek, günahlarınızı örtecek bir şeyi (ameli) haber vereyim mi?” Bizler dedik ki:

— Evet, Ya Rasûlallah. Buyurdu ki:

“Zorluğuna rağmen abdestinizi imkân ölçüsünde alınız, mescitlere doğru adımlarınızı artırınız, bir namazdan sonra da diğer namazı bekleyiniz. İşte böyle yapmak sizin için ribat’tır. Bunu üç defa söyledi.” [4]

 

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

“Bir gündüz ve gece ribat yapmak (Allah yolunda nöbet beklemek ) bir aylık nafile oruç ve namazdan daha hayırlıdır. Ölse bile bu işlediği amelin sevabı kesilmez. Bununla rızıklanır, fitnecilerden korunur.” [5]

 

“Allah (c.c) yolunda bir gün murabıt olmak (nöbet beklemek) dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır.” [6]

 

“Kim Allah (c.c) yolunda murabıt olarak ölürse, kendisine, işlemekte olduğu salih amelin sevabı (sanki ölmemiş gibi verilmeye) devam edilir. Rızkı da sürekli olarak verilir. Kabirdeki hesaba çekicilerden emin olur. Allah (c.c.) onu kıyamet günü en büyük korkudan (Cehennem’den) güvene kavuşturur.” [7]

 

Âl-i İmran sûresi 200. âyette; gerektiği zaman düşmana karşı saf bağlamak, Müslümanların sınırlarında onları korumak üzere nöbet beklemek, İslâm düşmanlarına karşı devamlı hazırlıklı olmak, bir namazdan sonra diğerini beklemek ve Allah yolunda gerektiği gibi sabırlı olmak tavsiye edilmiş olabilir. [8]

 

Görüldüğü gibi ribat veya rabıta cihatla, sabırla, ibadetlere bağlanmakla ilgili kavramlardır. Tasavvufçuların anladığı gibi bir anlam taşımamaktadırlar. Ne Peygamberimiz (c.c.), ne sahabeler, ne de sonradan gelen büyük âlimler böylesine bir rabıtaya başvurmadılar. Bu sonradan uydurulmuş bir şeydir.

 

Bu ayet aynı zamanda müminlere, birbirlerine bağlanmalarını, birbirlerine destek olmalarını, toplu bir şekilde İslâm ümmeti bağını güçlendirmelerini de emrediyor.

 

Nitekim Kur’an’ın birçok ayetinde müminlerin birlik olmaları emrediliyor, onların kardeş oldukları vurgulanıyor. Müslümanların cemaat olmalarının, Kur’an’a topluca sarılmalarının din ve dünya açısından sayısız faydaları vardır. İslâm, kişiyi Allah (c.c.)’a bağlayan ve kurtuluşa götüren bir dindir. Herkes kendi sorumluluğunu kendisi taşır. Ancak İslâm en iyi şekilde, bir Müslüman cemaat arasında, onlarla beraber yaşanabilir.

 

Şeytan ve onun yardımcıları Müslümanları zayıflatmaktan ve İslâm’ın varlığını ortadan kaldırmak için çalışmaktan hiçbir zaman geri kalmadılar ve kalmayacaklar. Müslümanlar cemaat halinde kuvvetli olurlar ve düşmanlarının zararını rahatlıkla savarlar. Rabbimiz, müminlerin her konuda, özellikle Allah (c.c.)’ın dinini koruma hususunda birbirlerine kuvvetli bağlarla bağlanmalarını, birbirlerine ‘rabt’ olmalarını istiyor. Bu bağ, sabır, tahammül, birbirlerinin ayıbını ve eksiğini örterek, birbirlerinin farklı görüşlerini hoş görerek, birbirlerinin zayıf taraflarını kapatarak olmalıdır.

 

Tarihi olaylar ve bugün içerisinde yaşadığımız gerçekler, İslâm ümmetinin çektiği acılar karşısında bu ‘rabitû-birbirinize bağlanın, kenetlenin, irtibatlı olun’ emri ne kadar yerindedir? Müminler inandıkları Kitab’ın hükümlerini yerine getirirlerse gerçek anlamda Müslüman olurlar.

 

Âli İmran sûresinin 200.ayetinin bu şekilde de anlaşılması mümkündür. Her şeyin en doğrusunu ise yalnızca Rabbimiz (c.c.) bilir.

 

Ribat kavramı Kur’an-ı Kerim’de ‘savaş için bağlanıp beslenen atlar ve düşmana karşı nöbet bekleme’ anlamında kullanıldığını tekrar hatırlayalım. Ancak zaman içerisinde ‘ribat’ daha geniş bir anlam kazanmıştır.

 

İslâm hukukçuları ribatı; Müslümanları saldırgan düşmana karşı korumak için sınırlarda beklemek diye tanımlamıştır. Bu da süvarilerin  (at binenlerin) atlarını bağlamalarından (ribâtü’l hayl)  gelen bir anlamdır.

 

Ribat başlangıçta yalnızca nöbet beklemeyi ifade ederken, zamanla sınır boylarında nöbet için kullanılmış ve mücahitlerin barınmaları, düşmanı gözetlemek için yapılan yerlere ad olmuştur. Avrupa kıtasının en batısında yer alan Endülüs (İspanya) Müslümanların elindeyken burada kurulan bir devletin adının ‘Murabıtlar Devleti’ olması da dikkate şayandır. Ribat ayrıca mücahitlerin yetişme ve nefis eğitim yerleri, Müslümanların tehlike anında sığınma mekânları da olmuşlardır. Bir kısmı da zamanla kervansaray gibi kullanılmışlardır.

 

Müminler, Kur’an’ın emrine uyarak imanlarını ve İslâmî hayatlarını sabrederek, sabırda yarışarak korurlar. Bunun için kalplerinin, ailelerinin ve İslâm vatanının kapılarında gereği gibi ve bir nöbetçi gibi beklerler. Gönülleri de imanlarıyla ve Kur’an’la irtibatlıdır.

 

 

 

 

 



[1] Kasas sûresi, 26/10.

[2] Enfal sûresi, 8/60.

[3] Al-i İmran sûresi, 3/200.

[4] Müslim, Nesai.

[5] Müslim.

[6] İbni Merduyeh ve Hakim.

[7] İbni Mace.

[8] İbni Kesir.