MÜNAZARA

‘Münazara’, konuşan iki kişinin veya iki tarafın, gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla, öne sürdükleri görüşlerini, güçlü delillere dayandırarak bütün fikir güçleriyle savunmaları ve böylece beraberce düşünce üretmeleri demektir.

‘Münazara’ kelime olarak ‘nazar’ yani (bakma) kökünden türemiştir.

Karşılıklı olarak bir konuya bakmak, anlamındadır. Bakanlar Kurulu üyesi olan ‘bakanlara’ da Osmanlı döneminde aynı kökten ‘Nazır’ denilmekteydi.

‘Münazara’ yoluyla, doğruları ve yanlışları açığa çıkaran ortak amaçlı bir düşünce çabası gösterilmiş olur. Münazara da belli bir edep ve üslup vardır. Karşı tarafı suçlama, ondan üstün gelmeye çalışma olmamalıdır. Esasen tartışma da dahi bu üslup gözetilmelidir. Allah Teâlâ tartışmanın en güzel yöntemlerle yapılmasını emrediyor:

“(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”  [1]

Âlimler bu ayetten yola çıkarak tartışmanın da Hakka davet metotlarından biri olduğunu beyan ederler. Fahreddin Razi: ‘Bu âyette Cenâb-ı Hakk, Rasûlüne insanları üç yoldan biriyle dine  çağırmayı emretmektedir.’ demiştir

 

1- Hikmetle,

2- Güzel öğütle,

3- En güzel şekilde tartışma (cedel) ile.

 

Kişi tartışmada öfkesine mağlup olup kendini kaybetmemelidir. Eğer böyle olursa kişi bazen bile bile kendisine ters düşmemek için haktan sapabilir. Aynı şekilde karşı taraf da böyle bir manzara sezdiği anda tartışmayı bitirmelidir.

Münazara, bilimsel tartışma özelliğindedir. Bunun için de karşıt görüşlü kişiyi susturmak ve mağlup etmek esasına dayanan ‘Cedel’den ayrılır. Cedel’de taraflar savundukları tezi, mantık ve kelime oyunlarıyla sonuna kadar götürürler ve peşin hükümlerle hareket edip tartışırlar.

Amaç ve yöntemleri farklı olduğu için ‘cedel’de nefisler ön plana çıkarken münazara da akıl, mantık ve ilim ön plana çıkmaktadır. Bunun içinde ‘cedel’ kötü huylardan sayılmıştır.



[1] Nahl sûresi, 16/125.