İTMİNAN

 

‘İtminan’,  tatmin olma, gönül huzuru, istikrar, istediğine ulaşma demektir.        

      

 Kur’an-ı Kerim’de: “Ey huzura eren (tatmin olan) nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön. (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir!” [1]  ayetlerinde bedenden ayrılan itminan bulmuş (umduğuna kavuşmuş) nefse, Allah (c.c.)’ın iyi kulları arasına katılıp cennete girmesi emredilmektedir.

 

Kur’an’da müminlerin özellikleri anlatılırken: “Onlar inanan ve Allah’ı anmakla (zikirle) gönülleri huzur bulan (mutmain olan) kimselerdir. İyi bilin ki gönüller, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur (tatmin olur).” [2] ayetinde, gönüllerin ancak Allah (c.c.)’ın zikri ile huzur bulacağı vurgulanmaktadır. Gönüllerin itminanı, huzur bulacağı zikir, Kur’an okumak ve dinlemek, sübhanallah, elhamdülillah, Allahu Ekber, Lailahe illallah gibi sözlerle Allah (c.c.)’ı anmak veya Allah (c.c.)’ı sürekli olarak aklında tutmakla gerçekleşir. Allah (c.c.)’ı anmak insanın gönlüne huzur verir. Kur’an’ın bir adı ‘Zikir’ olduğu için Kur’an okumanın insana huzur vereceği de kastedilmiş olabilir.

 

Bizimle buluşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla rahat edenler (onunla tatmin olanlar) ve bizim ayetlerimizden bilgisiz olanlar...” [3]  ayetinde dünya hayatıyla mutmain olan ve ahirete inanmayanların yerinin ahirete cehennem olacağı vurgulanmaktadır.

 

İbrahim de bir zaman: ‘Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster’ demişti. (Allah); ‘İnanmadın mı?’ dedi. (İbrahim): ‘İnandım, fakat kalbim itminan bulsun diye (görmek istiyorum) dedi. ‘O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine alıştır, sonra her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allah daima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir’ dedi.” [4] ayetinde ise, Hz. İbrahim (a.s.)’ın yeniden dirilmeye ilişkin olarak kalbinin tatmin olması için Allah (c.c.) O’na bir mucize yaşatmaktadır.

 

Tasavvufta, ‘ Tuma’nîne’ veya ‘itminan’, tam bir sükûn, tam oturaklaşma ve kalbî hayat adına gel-gitlerin bütün bütün sona ermesi şeklinde tanımlanmıştır ki, o da, itminan’ın ‘sekine’den üstün bir olgunluk hali olduğunu göstermektedir. ‘Sekine, teorik bilgilerden kurtulup, gerçeğe ulaşma konusunda bir başlangıç ise, ‘tuma’nine bir son nokta ve bir son duraktır.

 

Tasavvufçuların, tuma’nîne’den üstün gösterdikleri nefsin ‘râdiye’ ve ‘merdıyye’ dereceleri itminanın, ebrâra (seçkinler) ait birer derinliği ve ‘rıza’ semasının iki derinliği; ‘mülheme’ ve ‘zekiyye’ de onun mukarrabînle (yakın olanlar) alâkalı, yaşamayanların çok zor anlayabileceği iki diğer mertebesidir.

 

Sekine’ye ulaşmış olan ruhlarda, yer yer ters akıntılar kendisini hissettirebilir, ama tuma’nîne de her şey rayına oturmuşluk içinde cereyan eder; kalp tıpkı bir kıble pusulası gibi sürekli Hakk hoşnutluğunu gösterir ve vicdan ibresinde de en küçük bir sapma olmaz. Bu öyle yüksek bir ‘yakîn’ mertebesidir ki, bu mertebede seyahat eden ruh, her konakta ayrı bir “İsterim ki kalbim itminana ulaşsın” gerçeğine şahit olur ve her menzilde ayrı bir vâridatla taltif edilir. Dolaştığı her yerde “Hak dostları için ne bir korku vardır ne de onlar tasalanırlar..” nefeslerini duyar.

 

Tuma’nîne, insanın sebepler üstü ve araçlar ötesi bulunmasının ünvanıdır. Akıl, tabiatüstü seyahatini bu mertebede noktalar.. ruh, bu noktaya ulaşınca dünya kaygılarından kurtulur.. his, bu sihirli konakta bütün aradıklarını bulur ve damla iken deryâ olur.

 

Bu mertebeyi elde etmiş kimsenin ünsü, “üns-Billah”; şevki, “şevk-İlallah”; bekâsı, “bekâ-billah”; kelamı da “maa-Allah’dır. O kimse kendine aralanan bu panjurdan, kendi sınırlılığı içinde sınırsız görmeye, sınırsız işitmeye ve sınırsız iktidara ulaşır.. ulaşır da, herkesin bocaladığı, şaşkınlığa düştüğü en girift, en karmaşık olaylar girdabından bile bir solukta sıyrılıp çıkar.

 

Böyle bir ruh, dünyevi telaş ve endişelerden kurtulduğu gibi, herkesin korkup tir tir titrediği ölüm ve ölüm ötesi handikapları da “O senden sen de Ondan hoşnut olarak dön Rabbine!” iltifat ve teveccühleriyle gülerek karşılar ve ölümü var olmanın en tatlı, en imrendirici sonucu olarak görür. O, ölümle noktalanan dünya hayatından sonra İbn Abbas’ın mezarının başında duyulduğu gibi her mezzilde yukarıdaki fermanını işitir, kabir hayatını cennet yamaçlarında geçirir, mahşeri bir hayret ve hayranlık olarak duyar, mizanı bir mefâhet ve mehâbet neşvesi içinde yaşar, köprüyü de mecburî istikamet olduğu için geçer, geçer ve ruhunda ‘itminan’a ermiş gönüllerin karargahı olan cennete ulaşır.

 

Böyle bir ruh için dünya affa giden yolda hazırlanmış bir Arafat, ondaki zaman, büyük bayram için bir arife, ukbâ ise bayramlar bayramıdır. [5]

 



[1] Fecr sûresi, 89/27-30.

[2] Ra’d sûresi, 13/28.

[3] Yunus sûresi, 10/7.

[4] Bakara sûresi, 2/260.

[5] Kalbin Zümrüt Tepelerinde, M. F. Gülen.