İFFET
‘İffet’ sözlükte, insanda şehvetini dizginleme durumunun oluşması demektir. ‘Müteaffif’ eğitim ve alıştırma ile şehvetini engelleyen, bastıran kimseye denir.
Şehvette aşırılık, ‘fücur’; durgunluk, ‘humud’ (güçsüzlük)tür. İffet, şehvette ölçülülüktür. ‘Afif’ (iffetli) olan, her şeyi ölçülü, dine ve ahlâka uygun biçimde yapan kimsedir.
İffet, insanın arzularını, tutkularını aklının ve inancının kontrolünde tutarak, Allah (c.c.) ve insanlar yanında kendisini küçük düşürecek davranışlardan sakınmasını sağlayan bir erdem anlamındadır. ‘İffet’ kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘haya, vakar, kişinin kendi şahsiyet ve onurunu koruması’ şeklinde yorumlanabilecek bir konumda kullanıldığı görülmektedir:
“(Sadakalar) Hayatlarını Allah yoluna adayan fakirlere verilir ki şuraya buraya dolaşamazlar, istemekten çekindikleri için bilmeyen, onları zengin zanneder. Onları simalarından tanırsın; halkı rahatsız etmezler. Hem işe yarar ne verirseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” [1]
Diğer bazı âyetlerde ise insanın kendisine ait olmayan bir mala el uzatmaması, edepli ve hayalı olması [2] anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) de iffetli müslümanlardan övgüyle söz etmiştir.
Müminler namus ve iffetlerine düşkündürler. Bunlara gölge düşürecek, onların iffetsiz ve namussuz tanınmasına sebep olacak her türlü aşırı davranışlardan kaçınırlar. İffetlerini korumanın tedbirlerini alırlar.
Hatta onlar namuslu kimselere yalan ve iftira atmaktan bile Kuran’ın emriyle uzak dururlar. [3]
Namuslarının koruma yollarını öğrenirler ve bunu pratik hayatlarında uygularlar. [4]
Müminin şerefini artıran, onu faziletlerle donatan, onun değerini yücelten elbette iffet anlayışı, namus duygusudur. Mümin aşağı ve bayağı davranışlardan uzak durur. O, insanlar arasında ahlak ve fazilet yönünden seçilmiş insandır. Kimsenin iffetine ve namusuna kötü gözle bakmaz. Kendi namus ve iffetini değerli bildiği gibi, diğer mümin kardeşlerinin namusunu da öylece değerli bilir ve korur.
Şehvet duygusu, yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak gibi doğal bir ihtiyaçtır, tamamen körlenemez. Zaten körlenmesi insan yaratılışına aykırı olduğu gibi, insanın hastalanmasına, bunalımlara düşmesine de yol açabilir. İnsan şehvet duygusunun üstünü ne kadar örtmeye kalksa, bunu tam olarak başarması mümkün değildir. Çünkü bu duygu insanlık soyunun devamı için şarttır. Eğer bu duygu helal yoldan doyurulmazsa insan sonunda haram yollara sapabilir. O halde toplumda iffetin korunması, toplumun sağlıklı ve mutlu kalabilmesi için insanların bu gereksinimlerinin karşılanması gerekir. Bunun helal yolla karşılanması ise evlenmektir. Onun için inananlara, bekarları evlendirmeleri emredilmiştir.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, müminlere geçim korkusuyla evlenmekten geri durmamaları da öğütlenmiştir. Çünkü yoksul da olsalar, nimeti bol olan ve herkesin durumunu en iyi bilen Allah (c.c.)’ın, evlenenleri zengin edeceği buyurulmuştur. Bu, fakirliği evlenmeye engel ve gerekçe yapmama öğüdüdür. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Üç kişiye yardım etmek, Allah’ın üzerine borçtur: Namuslu kalmak için evlenen insan, üstlendiği parayı ödemek isteyen anlaşmalı köle, Allah yolunda çarpışan gazi.” [5]
Namuslu, iffetli, mümin insanın evlenmesine güçlük çıkarmamak, ona yardım etmek gerekir. Aksi taktirde çok yüksek rakamlara ulaşan evlenme ve düğün masrafları çıkarılırsa bu zenginlere özgü bir fırsat olur. Birçok genç evlenemez. Evlenemeyince de zina yollarına düşebilir. Bunun günahı da onu işleyenle birlikte Allah (c.c.)’ın emrini uygulamayan velilere de yüklenir. [6]
Her türlü kötü ahlak, çirkin davranışlar müminin kalitesini düşürür. Harama bakmak, zina etmek, zinaya sürükleyen yollara girmek, İslâm’ın getirdiği giyme ölçüsünü korumamak, şüphesiz iffete zarar verir. İffet ve namusu koruyan en güzel duygulardan biri de utanma ‘ar’ duygusudur. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:
“İnsanlar Peygamberlerin sözünden şunu da öğrendiler: utanmazsan dilediğini yap.” [7]
Müminlerdeki utanma ‘ar’ ve namus ‘iffet’ duygusu imanın bir gereğidir. Müminler, Allah (c.c.)’ın kendilerini her yerde gördüğünün inanç ve bilincindedirler.
Peygamber (s.a.v.), herhangi bir nedenle evlenemeyen kimselere, şehvetlerine hakim olabilmek için ibadeti, oruç tutmayı öğütlemiştir: “Ey gençler topluluğu, sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek, gözü harama karşı yumar, namusu korur. Buna gücü yetmeyen de oruç tutsun. Çünkü oruç onun şehvet duygularını kırar.” [8]
Ahlâk bilginlerine göre, ister mide istekleri isterse cinsel istekler olsun, her türlü nefsanî arzulara aşırı düşkünlük, insanı basitleştirir ve bir bakıma insanlık seviyesinden uzaklaştırarak hayvanlaştırır. Çünkü böyle bir insan hayvanlar gibi içgüdülerini dizginleme erdemini gösterememekte ve akıllı davranamamaktadır.
İslâm ahlâk kültüründe nefsani arzularına esir olma zaafına ‘heva’ denmiş, bu zaaftan korunmanın da ancak aklın buyruğuna uymakla mümkün olacağı ifade edilmiştir. Nitekim Ebu Bekir er-Razi’nin ‘Tıbbü’r-Ruhani’ isimli kitabı, imam Mâverdi’nin ‘Edebü’d-Dünya ve’d-Din’ isimli kitabı gibi birçok ahlâk kitabının ilk konuları akıl-heva çatışmasına ayrılmıştır. Özellikle Gazzali, İhya ve Mizanül’l-Amel gibi eserlerinde bu konuya büyük önem vermiştir. Başta Kur’an-ı Kerîm ve hadisler olmak üzere İslâmi kaynaklarda ‘heva’, “insanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını ve akla uygun davranmasını önleyen nefsani arzular” anlamında kullanılır. Kur’an-ı Kerîm’de nefsani arzularına aşırı düşkün olan, bu yüzden de inanç ve yaşayışında haktan ayrılan, isyana ve günahlara saplanan insan ‘hevasını tanrısı yapan’ [9] şeklinde anlatılmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “En kötü kul hevasına kul olup da atalete düşen kimsedir.” [10] buyurmuştur.
İşte iffet erdemi, insanı böylesine tehlikeli olan tutkulardan koruyup kollayan ve onu hayvansal eğilimleri, tutkuları karşısında bağımsızlık kazandıran ahlakî bir donanımdır. Nitekim, başta Gazzalî olmak üzere müslüman ahlâk bilginleri ve tasavvufçular, bu tutkulardan kurtulmayı gerçek özgürlük saymışlar; insanın kendisini manevi yönden geliştirme işlevine bu noktadan başlamasını gerekli görmüşlerdir.
İffet erdemini kazanmanın yolu, nefsin doyumsuz arzularına karşı direnmek ve hakkı olmayan şeylere yaklaşmamakla olur.
Kadınların erkeklere karşı çok rahat davranmaları, cinsel yakınlık ve ilgi konusunda dikkatli davranmamaları, erkekleri tahrik eder ve onlara cesaret verir. Müslüman erkek ve kadınlar karşı karşıya geldiklerinde ciddiyet ve vakarlarını korumalı, bu noktadan birbirlerini çok yakından izlememelidirler. Kadınlar vücutlarının özelliklerini mahrem olan kimselere göstermemeli, süslerini teşhir etmemelidirler. Sokakta yürürken de vakarını takınmalı, dikkat çekici kokular kullanmamalıdır. Birbirleriyle evlenmesi dinen mümkün olan kadınlarla erkekler, zorunluluk olmadıkça birlikte sohbet ve muhabbet ortamında toplanıp oturmamalıdır. Ayrı ayrı toplanıp oturmaları, hem rahat etmeleri ve hem de dini bakımdan daha uygundur. Bütün bu saydığımız hususlar, yerine göre mekân ve zaman gereği, “Zinaya yaklaşmayın” ilahi emrinin detaylarıdır.
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar; namus ve iffetlerini korusunlar. Kendiliğinden görünen kısmı hariç, süslerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerlerine kadar örtsünler….” [11]
Aşağıdaki ayette İslâmi edep kurallarının bir kaçı Allah (c.c.) tarafından Peygamberimiz (s.a.v.)’in hanımlarına ve dolayısıyla Müslüman kadınlara bildirilmiştir. Müslüman kadınlar da bunun muhatabı oldukları için elbette Peygamber (s.a.v.)’in hanımları gibi davranmalıdırlar:
“Ey peygamber hanımları, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; her zaman ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin. Evlerinizde vakarla oturun, eski cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin; Allah’a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamberin ev halkı! Kuşkusuz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.” [12]
Bu nasihat ve emirlerin tümü, Müslüman erkek ve kadınların evlerinde ve başkalarıyla olan ilişkilerinde iffet ve ismeti gözetmeleri içindir. Bu kurallar, yalnız ahlâki birer nasihat olarak kalmaz, toplumun izzet ve şerefini de tehlikeye düşmekten korur. Bundan başka, İslâm’a göre, dünyada ceza verilmesi gereken dini ve ahlâki suçlar işlendiğinde, İslâm ceza hukuku kurallarına göre verilecek cezalar da vardır. Ancak bu cezaları İslâm devlet otoritesi ve usulüne ve kurallarına göre uygular. Bireylerin başkalarını cezalandırma gibi bir hak ve yetkileri yoktur.
Peygamber (s.a.v.) duasında şöyle buyurmuştur: “Allahım, senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği dilerim.” [13]
[1] Bakara sûresi, 2/273.
[5] Tirmizi, Fedailü’l-Cihad, 20.
[6] Kur’an Ansiklopedisi, S.Ateş.
[9] Furkan sûresi, 25/43; Casiye sûresi, 45/23.
[10] Tirmizi, Kıyamet, 17.
[12] Ahzab sûresi, 33/32-33.