HAVF
‘Havf’, gelecekte vuku bulacak kötü bir olaydan korkarak kalbin titremesi, rahatsız olmasıdır. Meydana gelecek olay, sevilmeyen bir şey ise bunu beklemekten korku doğar. Bu bekleyişe havf denir.
‘Mehafet’ kelimesi de aynı kökten ve aynı anlamı ifade eder.
Meydana gelecek olay, sevilen bir şey ise bunu beklemek de insana sevinç mutluluk ve lezzet verir. Bu bekleyişe recâ denir. ‘Reca’ da havf’ın zıddıdır.
Havf, korkulanın halini, kötü olayın nedenlerini bilmeyi gerektirir. Burada bildirilen korku, Allah (c.c.)’ın kendisinden uzak kalmaktan, O’nun gözünden düşürecek aykırı davranışlarda bulunmaktan korkmaktır. Bu da Allah (c.c.)’ı O’nun sıfatlarından bilmeyi ona karşı kusuru düşünmemeyi gerektirir. Korkunun miktarı Allah (c.c.)’ı bilmekle orantılıdır. Allah (c.c.)’ı bilme nedenli fazla olursa korku da o oranda artar.
Korku, kuvvetli ve zayıf oluşuna göre değişik isimlerle anılır: Haşyet, rehbet, vecel, heybet gibi.
Haşyet, korkunun özel bir çeşididir. Saygı ile karışık bir korku olan haşyet Allah (c.c.)’ı bilen alimlerin korkusudur. Yüce Allah (c.c.):
“Allah’a ancak bilgin kulları haşyet eder.” [1]
“Eğer iman sahibi iseniz benden korkunuz .” [2]
“Sadece benden korkunuz.” [3]
“Üstte bulunan Rab’lerinden korkarlar.” [4]
ayetleriyle korku sahibi olan müminleri övmüştür.
Peygamber (s.a.v)de: “Sizin içinizde Allah’tan en çok haşyet eden ve ondan en çok çekinen benim. Siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız. Yataklarda kadınlarda lezzet almazdınız, dağlara çıkıp Allah’a iltica ederdiniz.” [5] buyurmuştur.
Korku harekettir. Haşyet çekinme toparlanma ve huzurdur. Kötülükten kaçmayı düşünmek ve bu yöne yönelmek demek olan rehbet, kalbin arzu edilene akması demek olan rağbetin karşıtıdır.
Vecel, otoritesinden, cezasından veya görmesinden korkulan kişinin karşısında korkudan kalbin çarpması, titremesi veya tüylerin ürpermesidir.
“Müminler o kimselerdir ki, yanlarında Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman o ayetler onların imanlarını artırır ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler.” [6] âyetinde Allah (c.c.) korkusundan kalpleri ürperen müminlerin korku ve ürperti hali anlatılmaktadır.
Heybet’e gelince, sevgi, marifet, saygı ve iclal ile karışık bir korkudur. Zaten iclal de sevgi ile beraber bulunan saygı demektir.
Havf bütün mü’minler içindir. Haşyet, arifler; heybet, sevenler ve iclâl de Hakk’a yakın olanlar içindir. Havf ve haşyet, ilim ve marifetin derecesine göre değişir.
Ebu Abdullah el-Herevi, havf halini şöyle tanımlıyor: Havf, verilen haberden kalbin kararsız kalmasıdır. Yani ahirette sevap veya ceza konusundaki haberlere kesin imandan dolayı korkudan karasızlık içine düşmesidir. Bu da üç dereceye ayrılır.
1. Cezadan korkmaktır. Ceza hakkındaki haberleri doğrulamaktan ve Allah (c.c.)’a karşı kusurları ve hataları düşünmekten doğan bu korku bütün Müslümanlara aittir. Böyle bir korku olmadıkça iman sahih olmaz.
2. Uyanık halde tatlı, huzurlu ve feyz ile dolu nefislerin şeytan tuzağı sonucu gaflete dönüşmesinden iyi halin kötüye çevrilmesinden korkmaktır.
3. En yüksek derecede has kulların korkusu: Bu derecedeki korku, celâl ve azamet heybetidir. Bunların korkusu Allah (c.c.)’ın ululuğuna, büyüklüğüne, ihtişamına duyulan derin saygı ve tazim heybetidir, umutsuzların korkusu gibi ondan uzak kalma korkusu değildir.
Çünkü Allah (c.c.) kendileriyle beraberdir. Ancak onlar sürekli olarak O’nun huzurunda ve heybeti altındadırlar. Korkuları saygının son haddidir. Kul Allah’a yakın oldukça O’nun heybetini daha çok içinde taşır, O’na saygısı daha da artar. İşte bu, korkunun sevgiye ve saygıya son sınırıdır.
Bu heybet hali, münacat (yalvarma) zamanında kalp gözü açık saliklere (tasavvuf yolcuları) daha çok gelir. Münacat, kulun, Rabbinin isim ve sıfatlarını anarak O’na iltica etmesidir. Bu şekilde gönülden Allah (c.c.)’a iltica etmek, kalbin üzerindeki perdeyi aralar. O kalbe manadan nurlar sızmağa başlar. Bu vakitlerde kulu heybet kaplar.
Gazâli şöyle diyor: Allah (c.c.)’tan korkunun iki makamı vardır. Biri azabından korkmaktır ki, bütün müminlere ait olan bu korku cennet, cehennem, bunların itaat ve isyanın karşılığı olduğuna inanmaktır ki, karşılığı olduğuna inanmaktan doğar. Bu korkunun zayıflaması gafletten ileri gelir. Gaflet öğütle ve çeşitli azaplarını düşünmekle gider. Korkanlarla beraber oturmanın, onların hallerini ve yaşayışlarını görmenin de gafletin gitmesinde büyük payı vardır. Onları görmek mümkün değilse, menkibelerini, öykülerini, sözlerini işitmek veya okumak da mümine yarar verir.
Daha yüksekliği olan ikinci korku ise korkulanın bizzat Allah (c.c.) olmasıdır. Yani Allah (c.c.)’a kul olmayı uman kulun ondan uzak kalmaktan korkmasıdır. Zinnun el-Mısri şöyle demiştir: Ayrılık korkusu karşısında cehennem korkusu, Allah (c.c.)’ın heybet, cevel, havf, hazer veren sıfatlarını bilenlerin korkusudur. Yüce Allah: “Allah’tan ancak bilgin kulları korkar.” (1) buyurmuştur. Allah (c.c.), kendisinden korkmasını kulları için imanın şartı saymış: “İnanıyorsanız benden korkun.”(3)
“Yalnız benden korkun”! (4)
“Allah sizi kendisinden sakındırır.” (5)
“Allah’tan ona yaraşır biçimde korkun!” (6) buyurmuştur.
Ebu Hafs şöyle demiştir: Havf, Allah (c.c.)’ın kamçısıdır. Kapısından kaçanları onula döndürür. Havf, kalbin çırasıdır. Kalp onunla içindeki hayrı ve şerri görür. Korktuğun herkesten kaçarsın. Yalnız Allah (c.c.) hariç. O’ndan korktukça O’na yaklaşırsın. Demek ki, Rabbinden korkan, yine O’na kaçar.
Esasen korkunun kendisi, arzu edilen bir amaç değildir. Bundan dolayı korkulan şey ortadan kalkınca korku da kalkar. Bunun için cennetliklere: “Onlar için korku yoktur ve onlar üzülmezler.” [7]
Cehennemden korkan kimse, cennete girmekle korkusu gider. Çünkü artık cehenneme girme tehlikesi kalkmış, korku da kalmamıştır. Fakat Allah (c.c.)’tan onun rızasından ve sevgisinden uzak kalmaktan korkanın korkusu süreklidir. Çünkü Allah (c.c.) bakîdir. (sonsuza kadar kalıcıdır) O Baki oldukça bu korku da bakidir. Bu korku, aşıkın maşûkundan (sevgilisinden) uzak kalma korkusudur. Ürpertici değil, zevk vericidir. Bu korku bulundukça sevgi de bulunur. Bu olmayınca da sevgi kalmaz. İşte bu korkuya haşyet denilir.”
[2] Al-i İmran sûresi, 3/175.