İNKİSAR

‘İnkisar’, kırılmak, kalbin keder içinde kalması, bir kimsenin kötü bir duruma düşmesini, felakete uğramasını, onun yüzüne veya onun bulunmadığı bir ortamda istemektir. [1]

 

Bu durum, bir şeyin umulanın aksine veya hiçbir gerek yok iken meydana gelmesinden doğan bir iç kırgınlığına dayanır. 

 

İnkisar, çoğunlukla küçüklerin büyükler aleyhine kullandıkları bir intikam silahı olup genelde acizlikten doğmaktadır. Karşısındakine bir şey yapamayacak durumda olan insan, içinde doğan bu hali gidermek ve kızgınlığını tatmin için bu yola başvurmaktadır. İnkisarın büyükler veya yaşıtlar arasında doğması ahmaklığın açığa vurulmasından başka bir şey değildir. Çünkü bunun karşı tarafa bir zararı olmadığı gibi kendisine de hiçbir yararı yoktur.

 

İnkisar’ın dış bakımından olduğu gibi iç bakımından yani manevi bakımdan da bazı kötü sonuçlar doğurduğu bir gerçektir. Sabırdan doğacak manevi yararları yok edeceğinden insanı çok büyük zararlara sokmaktadır. Bunun için inkisardan kaçınmak, dili bu tür kötü sözleri söylemekten korumak gerekir.

 

Bir kısım ana-babaların da, içlerinden olmasa bile yaramaz çocuklarına bir anlık kızgınlıkları sonucu beddua ve inkisar etmeleri de çok yanlıştır. Bunların istediği çocuğu tehdit ve eğitim ise böyle bir eğitim şekli yoktur. Yok, eğer çocuklarından usanmışlar ve onların yok olmasını istiyorlarsa buna da kimse inanmaz. Çünkü o çocuğun ölümü halinde de en çok ağlayacak ve üzülecekler de yine anne-babalarıdır. 

 

Gerek ev halkı içinde ve gerekse dostlar arasında sıradan söylenen ve özünde kasıt bulunmayan şaka yollu beddualar, sakıncaları bakımından yukarıdakiler gibi olmamakla beraber yine de müslümanların her zaman hayırlı sözler kullanmaları, hayır dilemeleri ve her sözlerinin zikir olması gerektiğinden dikkatli olmalıdır. Zira böyle eve feyz bereket, refah ve rahatlık girmez. [2]

 

Bu kapsamda Peygamberimiz (s.a.v.)’in gücü ölçüsünde bedduadan kaçındığını ancak dayanılması imkânsız kimi durumlarda bu genel prensibin dışına çıktığını ifade ederek şu örnek üzerinde duralım: Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Peygamberimiz (s.a.v.), Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ebu Cehil bazı arkadaşlarıyla orada oturuyordu. Bir gün evvel de bir dişi deve kesilmişti. Ebu Cehil yanındakilere: Hanginiz gidip falancaların dün kestiği dişi devenin sargısını alarak, secde ettiği zaman Muhammed'in sırtına koyar? dedi. Oradakilerin en azgını koşarak onu getirdi ve Peygamberimiz (s.a.v.) secdeye vardığında omuzları arasına koydu. Adamlar gülüştüler ve gülmekten eğilmeye başladılar. Ben ise dikilmiş bakıyordum. Eğer bir gücüm olsaydı Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sırtından o sargıyı fırlatır atardım. Peygamber (s.a.v.) secdeden başını kaldırmıyordu. Nihayet birisi gidip Fatıma'ya haber verdi. Yetişmiş bir kız olan Fatıma gelerek onu sırtından attı. Sonra da o adamlara dönüp onlara çıkıştı.

 

Peygamber namazını bitirince sesini yükselterek onlara beddua etti. Peygamberimiz (s.a.v.) beddua ve hayır dua ettiği zaman üç defa tekrar ederdi. Sonra “Allahım! Kureyş'i sana havale ederim!” diye üç kez beddua eti. Onlar Peygamber (s.a.v.)'in sesini işittikleri zaman bedduasından korktukları için gülmeleri kesildi. Peygamberimiz (s.a.v.) daha sonra (isim sayarak): “Allahım! Ebu Cehl'i sana havale ederim, Utbe b. Rabîa'yı, Şeybe b. Rabîa'yı, Velid b. Ukbe'yi, Umeyye b. Halef'i ve Ukbe b. Ebu Muayt'ı sana havale ediyorum.” dedi. Yedinci bir kişi daha saydı ama onu hatırlamıyorum. Muhammed'i hak ile gönderen Allah (c.c.)'a yemin ederim ki Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, isimlerini saydığı kimselerin Bedir Savaşında hep yerlere serildiğini gördüm. Sonra bu cesetler çukura, Bedir çukuruna sürüklendiler.’ [3]

 

Hz Peygamber (s.a.v.)’in bedduası muhataplarını perişan etmiş, bunlar hem dünyada hem de ahirette rezil olmuşlardır.

 

‘Enes b. Malik (r.a.) şöyle dedi: Allah Resûlü (s.a.v.) Maune kuyusu sahiplerini öldürenlere otuz sabah beddua etti. Allah Resûlü, Ril, Zekvan, Lihyan ve Usayye kabilelerine beddua ederdi. Bunlar Allah (c.c.) ve Resûlüne asi olmuşlardı.’ [4]

 

Bedduanın zorunlu hale gelişinin başka bir örneği de burada karşımıza çıkmaktadır.

 

Bir de meleklerin duaları ve bedduaları vardır ki; bunun örneği şöyledir: Ebu Hureyre'nin (r.a.) haber verdiğine göre: Allah Resûlü (s.a.v.): “Kulların kendisinde sabaha erdiği her bir günde muhakkak iki melek iner. Bunların birisi: Ey Allah'ım! Malından infak edene bir bedel ver, diye dua eder. Diğeri de: Ey Allah'ım! (Malı) tutucu olana da telef ver, diye beddua eder.” [5] buyurmuştur.    

 

Konuyla ilgili olarak lanet etme meselesi üzerinde de durmak gerekmektedir. Lanet olsun, Allah (c.c.)’ın rahmetinden uzak olsun demektir. Lanet etmek ve bedduanın zorunluluk dışında kabul görmediği bilinmektedir. Çünkü hadis-i şerifte, bir kimse lanet edince, lanet edilen buna müstehak değilse, lanetin kendisine döneceği bildirilmiştir.

 

Hz. Muahmmed (s.a.v.) şöyle buyurur: “Bir babanın duası, ilahi hicaba erişir ve bu hicabı da aşar.”[6]

 

“Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.” [7]

 

“Kendinize, malınıza ve çoluk çocuğunuza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.” [8]

 

Kötü ana-babanın, haksız yere, suçsuz ve iyi ahlâklı davranmaya gayret gösteren çocuğuna yaptığı bedduanın kabul olunmayacağı umulur. Çünkü Allah (c.c.)’ın adaleti bütün prensiplerin üstünde temel prensiptir.

 

Diğer peygamberler, kavimlerine lanet ettikleri halde, Peygamber Efendimiz lanet etmemiştir. Peygamber Efendimizin genel bir bedduası bulunmamakla beraber; bazı grup ve sınıflar için beddua laneti söz konusudur.

 

Bir savaşta, kâfirlerin yok olması için beddua etmesini istediklerinde,  lanet etmek, insanların azap çekmesi için değil; herkese iyilik etmek ve insanların huzura kavuşması için gönderildiğini söylemesi dua konusundaki genel yaklaşımı anlamak için yeterlidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim’de, “Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” [9] buyrulması da buna işaret etmektedir.

 

Sevgili Peygamberimizin ‘Allah lanet etsin’ dediği gruplar şunlardır: fitne çıkaranlar, [10] rüşvet alıp verenler, [11] ashaba sövenler, [12] zekat vermeyenler, [13] ana-babasına lanet edenler, [14] hanımını anasından üstün tutanlar, [15] lutilik yapanlar, [16] erkek kılığına giren kadınlar ve kadın kılığına giren erkekler. [17]

 

Bir de Allah’ın (c.c.) laneti vardır ki; bunun örneklerini şöyle sıralayabiliriz: “Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere, Allah dünya ve ahirette lanet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” [18]

 

Yüce Rabbimiz alemlere rahmet olarak gönderdiği Resûlünün incitilmesini kesin biçimde yasaklamış ve böyle yapanları lanetlemiştir.

 

“Allah erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kafirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.” [19] Allah (c.c.)’ın lanetine uğrayan gruplardan birisi de münafıklardır.

 

Cennetlikler cehennemliklere, Rabbimizin bize va'dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin vaat ettiğini gerçek buldunuz mu? diye seslenirler. Onlar, Evet derler. O zaman aralarında bir duyurucu, Allah'ın laneti zalimlere! diye seslenir.” [20] Allah (c.c.)’ın lanetine uğrayan diğer grup da zalimlerdir.

 

İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap'ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet etme konumunda olanlar lanet eder.” [21]

 

Açık delilleri gizleyen, Allah (c.c.)’ın hak olarak bildirdiğini insanlara söylemekten çekinenler de onun lanetine uğramışlardır.

 

Müslüman’a düşen, imkânları ölçüsünde beddua ve lanetten uzak durmak ve hem Allah (c.c.)’ın hem de Sevgili peygamberimizin lanet ettiği gruplardan olmamak için elden gelen bütün çabayı sarf etmektir.



[1] Ahlâk Lügatçesi, Ö. N. Bilmen

[2] Tasvir-i Ahlak, A. Rıfat.

[3] Sahih-i Müslim, Cihat.

[4] Sahih-i Müslim, Mescitler.

[5] Sahih-i Müslim, Zekat.

[6] İbn Mace.

[7] Tirmizi.

[8] Müslim.

[9] Enbiya sûresi, 21/107.

[10] İ. Râfiî.

[11] İbn Mace.

[12] Hakim.

[13] Nesai.

[14] Müslim.

[15] Şir’a.

[16] Beyhaki.

[17] Buhari.

[18] Ahzab sûresi, 33/57.

[19] Tevbe sûresi, 9/68.

[20] Araf sûresi, 7/44.

[21] Bakara sûresi, 2/159.