TEŞYİ

Teşyi, ölen bir müslümanın cenazesinin toprağa verilinceye kadar uğurlanması, onunla birlikte gidilmesi ve ona mağfiret duasında bulunulmasıdır.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim, sevâbına inanarak, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek bir müslüman cenazesi ile birlikte gider ve namazı kılınıp gömülünceye kadar beklerse, her biri Uhud dağı kadar olan iki kîrât sevapla döner. Kim de cenaze namazını kılar, defnolunmadan önce ayrılırsa bir kîrât sevapla döner.”  [1]

Müslümanlar, ölen bir Müslüman kardeşleri için cenazesinde bulunmalı, cenazesini kılıp onu güzelce yıkayıp defnetmeli ve onun hakkında güzel sözler söylemelidir. Onu iyilikle yâd edip Allah’tan af ve mağfiret dilemelidirler. Bu bağlamda Hz. Âişe radıyalallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Herhangi bir ölüye, sayıları yüzü bulan bir cemaat namaz kılar ve hepsi de ona şefaatçi olursa, onların bu duaları kabul olunur.”  [2]

Yine İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyurmuştur:

“Bir müslüman ölür de cenaze namazını Allah’a şirk koşmamış kırk kişi kılarsa, Allah onların cenaze hakkındaki dualarını kabul eder.  [3]

Yine Mersed İbni Abdullah el–Yezenî’den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

Mâlik İbni Hübeyre radıyallahu anh, cenaze namazı kılacağı zaman cemaati az bulursa, onları üç saf hâlinde dizer sonra da şöyle derdi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Üç saf cemaatin cenaze namazını kıldığı kişi, cenneti hakeder buyurdu. [4]

Allah resulünden rivayet edilen bu hadislere paralel olarak İslam âlimlerinin cenaze namazının hükmünün farzı kifaye olarak ifade etmeleri dikkat edilmesi gereken bir husustur. Müslüman kişinin cenazesine karşı yapılması geren vazifelerden biri de defin işlemlerini bir an önce yapıp cenazeyi fazla bekletmemektir. Çünkü doğal olarak insan cesedi ölümden sonra çürümeye başlayacak ve daha fazla bekletilmesi hem çevredeki insanlar yanında hem de ailesi ve yakın akrabaları yanında değer ve itibarında zedelenmeye sebep olacaktır. Bu bakımdan zaman kaybetmeden cenaze gerekli hazırlıklar yapılarak defnedilmelidir. Resulullah’tan, Husayn İbni Vahvah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Talha İbni’l–Berâ İbni’l–Âzib radıyallahu anhümâ hastalanmıştı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu ziyarete geldi. (Çıkarken) şöyle buyurdu:

“Talha’ya ölümün yaklaştığını görüyorum. Ölecek olursa bana haber verin; techiz ve tekfini işinde elinizi çabuk tutun. Çünkü bir müslümanın cesedini ailesi yanında bekletmek uygun değildir.”  [5]

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Cenâzeyi süratli taşıyın. Eğer o iyi bir kişi ise, bu onun için bir hayırdır; onu bir an evvel kabirdeki hayır ve sevabına kavuşturmuş olursunuz. Yok eğer iyi bir kişi değilse, bu da bir şerdir; onu çabucak omuzlarınızdan atmış olursunuz.” [6]

Cenaze sahiplerinin de dikkat etmeleri gereken adap ve erkan da üzerinde durulan temel konular arasındadır. Özellikle aile fertlerinin ve yakınlarının ayrılığın verdiği acıyla feryad-ı figan etmeleri, saçını başını yolmaları ve kendinden geçercesine ağlamaları men edilmiştir. Bu konuda yine temel ölçümüz ve örnek şahsiyetimiz Allah Resulünün kendisidir. O da büyük kayıplara uğramış ve büyük açılar çekmiştir. O bakımda bu tür acılar karşısında nasıl davranılması gerektiğini göstermiş ve ifade etmiştir. Bu acı kayıpları arasında oğlu İbrahim’in vefatıyla ilgili olarak Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ruhunu teslim etmek üzere olan İbrahim’in yanına girince gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Bunun üzerine Abdurrahman İbni Avf:

– Ey Allah’ın Resulü! Siz de mi ağlıyorsunuz?” diye sordu. Hz. Peygamber ona:

“Ey İbni Avf! Bu gördüğün gözyaşları rahmet ve şefkat eseridir cevabını verdi. Sonra şunları ilave etti:

“Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz ancak Rabbimiz’in razı olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrahim! Seni kaybetmekten dolayı gerçekten üzgünüz.” [7]

Görüldüğü gibi müslümanların her konu da olduğu gibi bu konuda da ölçülü olmaları, adap ve erkâna uymaları gerekmektedir. Cenazenin arkasından yapılacak en güzel iş baştan beri de ifade edildiği gibi ah vah çekmek değil, artık durumu kabullenerek soğukkanlı olmak ve mümkün olduğu ölçüde cenaze için af dileyip dua etmektir. Allah resulünün kendisi de dua etmiş müslümanları da duaya teşvik etmiştir.

Ebû Abdurrahman Avf, İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir cenaze namazı kıldı. Onun şöyle dua ettiğini duydum ve ezberledim:

“Allah’ım! Onu bağışla, ona rahmet et, onu azap ve sıkıntılardan koru. Kusurlarını affet. Cennetten nasibini ihsan et, gireceği yeri(kabrini) genişlet! Onu su ile, karla ve buzla yıka. Beyaz giysileri kirden (ve pisten) temizler gibi onu günahlarından arındır. Kendi evinden daha güzel bir ev, ailesinden daha hayırlı bir aile, eşinden daha hayırlı bir eş ver. Onu cennete koy, kabir ve cehennem azabından koru.” [8]

Yine Resûlullah’ın yaptığı dualar arasıda Vâsile İbnü’l–Eska‘ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şu dua da bulunmaktadır:

“Allah’ım! Falan oğlu falan sana emanettir ve senin güvencene sahiptir. Artık onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Sen sözünde duran ve hem de lâyık olansın. Allah’ım! Onu bağışla ve ona rahmet et. Şüphesiz bağışlayan ve merhamet eden sensin.” [9]

Ölen kimsenin arkasından olumlu ve olumsuz konuşmalar sahibini rahatlatmakta veya rahatsız etmektedir. Onun içindir ki cenazenin arkasından olumlu ifadelerde bulunulmalı, kusurlarını gizlemeli ve ayıplarını örtmelidir. Ölen kimsenin arkasından onun hoşuna gitmeyecek konuşmalar yapmasını Hz. Peygamber men etmiş, iyiliği ve ihsanının anlatılmasını teşvik etmiştir. Bunun yanında kendinden sonra kalan insanların onu iyi bir insan olarak yâd etmeleri için ölen kişinin iyi yönleriyle anlatılması ve tanıtılması gerekmektedir. Aksi takdirde kötü yönleri ön plana çıkarılmış kimseyi kimse hatırlamak ve anmak istemeyecektir. Bu bakımdan hadis kaynaklarında Allah Rasulü ile arkadaşları arasında geçen şöyle bir olay anlatılmaktadır:

Peygamber aleyhisselâm ile bazı sahâbîler birlikte bulunurlarken onların yanından bir cenaze geçti. Ashâptan bazıları o cenazeyi hayırla andı. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

“Kesinleşti buyurdu.

Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yine:

“Kesinleşti buyurdu.

Bunun üzerine Ömer İbnu’l–Hattâb:

– Ne kesinleşti Ya Resûlallah? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm da şöyle buyurdu:

“Şu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun cennete girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız; onun da cehenneme girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.”  [10]

Nihayet vefat eden bir kimsenin cenazesinde bulunmak, cenaze namazını kılarak defnedene kadar teşyi etmek ve hakkında hayır duada bulunmak geride kalan Müslüman kardeşleri üzerinde bir görev ve borçtur. Cenazeleri ‘teşyi’ etmenin amacı ise, hem ölen kardeşine karşı son görevini yerine getirerek onu toprağa vermek ve hem de o cenazeden, kabir ve kabirdeki yatanlardan ibret alarak geri dönmektir.

Ayrıca Müslüman, ölümün bir gün kesinlikle kendisini bulacağını, son nefesine geldiğinde malından, mülkünden, ailesinden ve yakınlarından hayır dışında bir yardım alamayacağını aklından çıkarmamalıdır. Konuyla ilgili olarak Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“İnsan ölünce, şu üçü dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka–i câriye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat.”  [11]

Sayılı nefeslerin tükenip bütün organların birbirine veda ederek ruhun bedenden ayrılacağı, gözlerinin süzülüp, çenesinin bağlanacağı, elbiselerinin soyarak ellerinin yana uzatılıp ayaklarının birbirine bağlanacağı günü aklından çıkarmamalıdır. Teneşire konup yıkanarak kefene sarılacağını, cenaze namazının kılınarak kabre konulacağını hesaplamalıdır. Bundan sonra da kendisinin orada amelleri ile başbaşa kalacağını, sorgu meleklerinin sorularına nasıl karşılık vereceğini, mahşere kadar kabirde nasıl bir hal üzere bulunacağını tefekkür etmelidir. İkinci sura üflendiğinde ne sıfatla diriliceğini, Allah (c.c.)’ın huzurunda nasıl hesap vereceğini, sırat köprüsünden nasıl geçeceğini derin derin düşünmelidir. Böylece ölümü unutmamalı, her an ölüm için hazırlıklı olmalıdır. Çünkü ölümün insana ne zaman ve nasıl geleceği bilinmemektedir.

Kur’an-ı Kerim’de Allah (cc): “Her canlı ölümü tadacaktır. Ondan sonra bize döndürülüp getirileceksiniz.[12] buyurarak bu hakikati ifade etmektedir.

Bundan başka birçok ayette, nerede olursa olsun her canlının kesinlikle ölümü tadacağı, hiçbir insanın dünyada ebedi kalmayacağı, insanların sınanmak üzere dünyaya geldikleri, ölümden kaçmanın yarar sağlamayacağı, herkesin Allah (c.c.)’a döndürüleceği bildirilmekte ve insan tefekküre çağrılmaktadır.

İşte cenazenin ‘teşyi’ edilmesi ve defnedilmesi bütün bu gerçeklerin insanın gözünden bir filim şeridi gibi geçmesini hatırlatacağından kendisi için de önemli bir uyarıdır.



[1] Buhârî, İmân 35. Ayrıca bk. Müslim, Cenâiz 56; İbni Mâce, Cenâiz 79.

[2] Müslim, Cenâiz 58. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 40; Nesâî, Cenâiz 78

[3] Müslim, Cenâiz 59. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 41; İbni Mâce, Cenâiz 19.

[4] Ebû Dâvûd, Cenâiz 39; Tirmizî, Cenâiz 40

[5] Ebû Dâvûd, Cenâiz 34.

[6] Buhârî, Cenâiz 51; Müslim, Cenâiz 50, 51. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 46; Tirmizî, Cenâiz 30; İbni Mâce, Cenâiz 15.

[7] Buhârî, Cenâiz 43; Müslim, Fedâil 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 53.

[8] Müslim, Cenâiz 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Cenâiz 38 ; İbni Mâce, Cenâiz 23

[9] Ebû Dâvûd, Cenâiz 56; İbni Mâce, Cenâiz 23.

[10] Buhârî, Cenâiz 86, Şehâdât 6; Müslim, Cenâiz 60. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 76; Tirmizî, Cenâiz 63; Nesâî, Cenâiz 50; İbni Mâce, Cenâiz 20, Zühd 25.

[11] Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ

[12] Ankebut sûresi, 57.