TAKİYYE

 

‘Takiyye’, korkmak, vikayeye girmek, elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini korumak anlamına gelen ‘takva’ kelimesinden türemiştir.

 

Takiyye, canını, malını, ırzını düşmanın zararından korumak için ondan sakınmak demektir.

 

İnsanlar arasındaki düşmanlıklar ya din, etnik düşünce farklılığından dolayı, ya mal, mülk elde etme yarışından, ya da başa geçmek üzere dünyalık bir çıkar sebebiyle ortaya çıkar.

 

Takiyye, güçlü olan bir düşmandan; din, mal, can, namus, ırz gibi her türlü üstün değerleri tehlikeli bir durum karşısında korumak için başvurulan bir tedbirdir. Bu gibi değerleri tehdit altında olan bir Müslüman, böyle tehlikelerden kurtulmak, zarara uğramamak için imanını ve durumunu gizleyebilir. Kur’an buna izin vermektedir.

 

                                         Takiyye’nin Önemi

 

İslâm, bütün hayatı kuşatan bir dindir. O yalnızca kalplerdeki bir iman, bir ahlâk ve kültür değildir. O hayatı bütün yönleriyle kurmak, ilâhî bir düzen meydana getirmek, İslâm toplumunu oluşturmak istemektedir.

 

İslâm’a teslim olmuş Müslümanlar bir binanın taşları gibi birbirlerine sıkıca kenetlenerek Tevhid kelimesi’nin gereğini toplu olarak yerine getirmek zorundadırlar. Bunun sağlanabilmesi için Müslümanların sürekli çaba göstermeleri gerekir. Ancak İslâm’ın hâkimiyetini istemeyen müşrikler ve tağutlar, Müslümanlarla mücadele edeceklerdir. Müslümanlardan bazıları bu mücadelede düşmanın eline esir düşebilir, eziyet görebilir, işkenceye uğrayabilir, bazı hakları tehdit altına girebilir. Bu gibi durumlarda o mümin, kendinin ve mensubu bulunduğu Müslüman toplumun aleyhine olabilecek şeyleri söylememeli ve sır vermemelidir. Böyle bir durumda kendini gizlemenin, hatta imanı açığa vurmamanın adı ‘Takiyye’dir.

 

Böylesine bir Takiyye, takvanın gereklerindendir. Takiyye de takva gibi kişinin kendini ve üyesi olduğu Müslüman toplumu elem ve zarar verecek şeylerden koruyup sakınması demektir ki, Takiyye, bundan dolayı Kur’an’ın izin verdiği bir korunma ve sakınmadır.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in, Mekke dönemimde, müşriklerin işkencelerine uğrayan bazı sahabelere ‘Takiyye’ izni verdiğini biliyoruz. Taberi, Nahl Sûresi ayet 108’i şöyle tefsir etmektedir: ‘Bir kimse zorlanırsa ve düşmanlarından kurtulmak için, kalbi muhalefet ettiği halde, dili ile küfrü kabul ederse, ona ceza işlemi uygulanmaz; zira Allah (c.c.), kulları hakkında, bunların kalplerinin inandığına göre hüküm verir.’ [1]

 

Bunun en canlı örneği, müşrikler tarafından gözünün önünde babası ve annesi öldürülen Ammar bin Yâsir’dir. Yapılan işkencelere dayanamayan Ammar (r.a.), müşriklerin istediği sözleri söyler ve ölümden kurtulur. Sonra ağlayarak Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelir ve durumu anlatır. Peygamberimiz (s.a.v.) ona şöyle sorar: “Peki o anda kalbinde ne hissettin?”  O da, ‘imanla dopdolu olduğunu’ söyleyince, Peygamberimiz (s.a.v.), aynı durumla karşılaştığı zaman yine öyle yapmasını tavsiye etmiştir.

 

Şu örnek de dikkat çekicidir:

Peygamberlik iddiasındaki (mütenebbi) Yalancı Müseyleme, sahabelerden iki kişiyi esir almıştı. Birine ‘Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik eder misin?’ diye sordu. O da ‘evet’ dedi. Sonra kendisinin peygamberliğine şahitlik edip etmediğini sordu. O da yine ‘evet’ deyince onu serbest bıraktı. Aynı soruyu ikinci sahabeye sordu. Ancak o ikinci soruya cevap olarak ‘ben dilsizim’ deyince onu öldürttü. Olayı duyan Peygamberimiz (s.a.v.), şehid olanın imanındaki doğrulukla öldüğünü ve mübarek olduğunu, diğerinin ise Allah (c.c.)’ın ruhsatını kullandığını ve hata etmediğini söyledi.

 

Takiyye’ye şu âyette izin verilmektedir:

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Ve bunu her kim yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan bir korunma (Takiyye) yapmanız başka. Bununla beraber Allah sizi kendisinden sakınmanız hususunda uyarır. Gidiş sonunda Allah’adır.” [2]

 

Dikkat edilirse görülecektir ki takiyye bir ruhsattır. Dileyen önemli bir tehlike karşısında ona başvurabilir. Ancak Kur’an’ın diğer âyetlerine baktığımız zaman kuvvetli olmayı, düşmanlara karşı hazırlıklı olmayı, cihad etmeyi, Allah yolunda malı ve canı harcamayı teşvik ettiğini, müminlerin kendilerinden önceki Müslümanlar gibi deneneceklerini bildirdiğini görmekteyiz. Asıl korkulması gereken düşmanlar değil Allah (c.c.)’tır. [3]

 

Ancak unutmamak gerekir ki, takiyye ruhsatı hiçbir zaman dünyalık bir çıkar veya makam için, ikiyüzlü davranmak, ciddiyetsiz ve ilkesiz olmak demek değildir. Böyle yapıldığı takdirde takiyye, takiyye olmaktan çıkar ve münafıklık sınırlarına girer ki bu da derecesine göre insanı küfre kadar götürür. Onun için de takiyye, Müslümanlara karşı kullanılan bir aldatma silahı değil, hasımlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı ‘sakınma’ ruhsatıdır.

 

Bütün bunlara rağmen zayıf kalan, işkenceye uğrayan veya Müslümanlar aleyhine bir şey söylenmesi istenen Müslümanlar bu ruhsata başvurabilirler.

 

Şüphesiz ki Allah (c.c.) uğruna katlanılan her şey, harcanan her türlü zaman ve mal, kat kat karşılık görecektir. Allah (c.c.) kendi yolunda, kendi dini için mücadele edenlere hem destek olacaktır, hem de onlara hesapsız ecir verip makamlarını yüceltecektir.     

 

Allah Teâlâ buyuruyor:

“Ey müminler, müminleri bırakıp ta kâfirleri dost ve idareci edinmeyin, Allah'a aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz.” [4]

 

 

 

 



[1] Taberî, Bulak, 1323.

[2] Al-i İmran sûresi, 3/28

[3] Al-i İmran sûresi, 3/133–134.

[4] Maide sûresi, 5/51.